|
Sidi Bou Said'de bir Tunuslu |
Tunus’a Aralık 2010’da Tunus’ta ateşlenen “arap baharı”
eylemlerinden 3 yıl sonra, 16 Mart 2013’te 9 gün süren bir turla gittik.
Doğrusu sokaklarda biraz kargaşa bekliyordum ama olaylar durulmuş, ortalık
sakinleşmişti. Acaba ülkeye gerçekten demokrasi gelmiş de halk o yüzden mi
protestolara son vermişti, yoksa yeni yönetimin politikalarını bekleyip görmeyi
mi seçmişti, bilmiyorum.. Her neyse, en azından demokrasinin öyle üç günde beş
günlük gösterilerle gelmeyeceğini biliyorum.
Tunus tarihine ilişkin İÖ 4000 yıllarına kadar uzanan
bilgilere ulaşılmış olsa da, bu bilgiler o dönemin sosyal, ekonomik ve politik
yapısını açıklamakta yetersiz kalıyor. Bilindiği kadarıyla Tunus’un ilk halkını
Berberi kabileleri oluşturmuş. Fenike’liler ve Kıbrıs’lılar, bir söylentiye
göre de Dido, İÖ 900’lerde Kartaca kentini inşa etmiş ve Kartaca kısa sürede
Batı Akdeniz’in hakimi durumuna gelmiş. Ancak, bugün Tunus olarak adlandırılan
Kartaca ve çevresi, bir süre sonra gücünü kaybetmiş ve İÖ 149’da Roma
egemenliğine girmiş. Roma döneminde bölge zeytinyağı, şarap, dokuma, hurma,
mozaik, seramik ihracatının da katkısıyla hızlı bir gelişme göstermiş.
Tunus 7. yüzyılda Arap işgaline uğramış, 1534’te de Barbaros Hayrettin
tarafından alınarak Osmanlı egemenliğine bağlanmış, 1881’de Bardo Anlaşması’yla
Fransız himayesine girmiş, 1956’da da Habib Burgiba liderliğinde yapılan
mücadeleyle bağımsızlığını kazanmış ve Atatürk hayranı Burgiba’nın kurduğu laik
rejim 2010’a kadar sürmüş. 2010 sonlarında ise Burgiba’nın siyasal varisi Ben Ali
rejimine karşı, ekonomik sıkıntıların giderilmesi ve demokratik hakların
genişletilmesi talebiyle başlayan, batı medyası ve siyasası tarafından
provokatif bir şekilde “arap baharı” diye adlandırılarak desteklenen halk hareketi ülkeye
siyasal islama dayalı bir rejimin gelmesine yol açmış. 2014 sonlarındaki seçimlerde ise laikler az bir farkla da olsa, gene öne çıkmış.
Neyse, ben başlayayım 9 günde gördüklerimi anlatmaya.
|
Bardo Müzesi |
Başkent Tunus’a iner inmez harika bir müzeye gittik: Bardo
Milli Müzesi. Bardo Müzesi dünyanın en büyük mozaik müzesi. Müzede esas olarak
antik Roma ve antik Yunan’dan kalma mozaikler ve diğer eserler, ayrıca küçük
bir bölümde de İslamik döneme ait parçalar sergileniyor. Roma’dan kalma
mozaikler İS 2. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar tarihleniyor. Avcılık, balıkçılık,
tarım, hayvancılık gibi günlük yaşama ilişkin motiflerin yer aldığı mozaikler
önceleri daha çok süsleme amacıyla binaların zeminlerine ve duvarlarına yapılıyormuş;
daha sonra çeşitli mitolojik öyküler de mozaiklerde resmedilmiş.
|
Bardo Müzesi |
|
Bardo Müzesi |
|
Bardo Müzesi |
|
Sidi Bou Said |
Müzeden çıktıktan sonra Tunus’un sayfiye şehri Sidi Bou
Said’e gittik. Sidi Bou Said mavi-beyaz renkleriyle Bodrum’u andıran ufak bir
yer. Şehirde tüm binalar beyaz; kapı ve pencereler de, arada tek tük kırmızı ve
yeşile rastlansa da, büyük ölçüde mavi. Sadi Bou Said vaktiyle birçok Avrupalı
sanatçıya ev sahipliği yapmış. Bugün de kentte konaklayan sanatçılar varmış.
Kentte tüm yapılar bakımlı, boyalı, sokaklar tertemiz. Binaların kiremitleri
pırıl pırıl yeşil ya da mavi seramikten. Her tarafta hediyelik eşya dükkanları,
bol bol da kahvehane var. Zaten Tunus’ta nane çayı ve küğnarlı (çam fıstığı) çay çok fazla içiliyor.
|
Sidi Bou Said |
|
Sidi Bou Said, bir kahvehane |
Ertesi sabah erkenden Roma kenti Dhugga’dayız. Dhugga ya da
Thugga, Roma yönetimine bağlı Numidya Krallığı’nın merkezi olarak ikibin yıl
kadar önce inşa edilmiş ve bugün Kuzey Afrika’nın en iyi korunmuş antik kenti
durumunda. Kentte Kapitol Anıtı, Bereket Tanrıçası, Satürn Tapınağı, Merkür
Tapınağı, amfi tiyatro ve hamamlar gibi çok geniş alanda ve çok sayıda kalıntı
var.
|
Dhugga |
|
Dhugga-Capitol |
Dhugga gezisinin ardından akşam Tunus’un kutsal dini merkezi
Kayravan’a hareket ediyoruz. Kayravan 670 yılında Araplar tarafından Mekke,
Medine ve Kudüs’ten sonra islamiyetin dördüncü kutsal kenti olarak kurulmuş.
Bununla birlikte, aynı yerde daha önce “Kamounia” isimli bir Bizans kenti
olduğu da bilinir. Kent, zamanında büyük önem taşısa da, zamanla kavimler arası
savaşlarla tahrip olmuş ve eski önemini yitirmiş. Kayravan bugün, sahip olduğu
kutsal yapılarla Tunus’un başlıca turistik destinasyonlarından biri. Kentte
turizmin yanında el sanatları, tarım ve hayvancılık da gelişmiş. Evlerin
birçoğunun, Sidi Bou Said’deki gibi beyaz badanalı ve pencere çerçevelerinin
mavi olması dikkat çekiyor.
|
Kayravan sokaklarında bir Türk kahvesi |
|
Kayravan sokakları |
|
Kayravan, Oqba Camisi |
|
Kayravan-Çarşı |
Kent çarşısı çeşit çeşit el sanatlarına dayanan malzemeler
satan dükkanlar, kahvehaneler, tatlıcılar, karmaşa, kalabalık ve gürültüyle
Istanbul’daki Mısır Çarşısı’nın yan sokaklarına benziyor. Kentte camiler
turistlerin ilgisini çekiyor.
|
Kayravan, Sidi Sahibi Mozelyum'da bir görevli |
Biz önce “kentin patronu” olarak tanınan Sidi Sahibi’nin
mezarını ziyaret ettik ve Kayravan’a bir de yüksekten baktık. Bu yapının hemen
yanında Berber Camisi var. Berber Camisi Muhammed’in berberi el-Belaoni’nin mezarının olduğu yer. Cami 7. yüzyılda
yapılmış, 17. yüzyılda genişletilerek bugünkü biçimine getirilmiş. Cami çok
güzel mermer işçiliğine ve süsleme sanatına sahip.
|
Kayravan-Berber Camisi |
|
Kayravan-Berber Camisi |
Berber Camisi’ndeki ince işçiliğe karşılık, daha büyük ve
önemli Uqba Camisi’nin gayet sade bir yapısı var. Cami, ismini, kenti kuran
Uqba bin Nafi el Fikri’den almış ve 7. yüzyılda yapılmış, ancak bir süre sonra
yıkılmış, yaklaşık 200 yıl sonra, aynı yerde, bugünkü biçimiyle yeniden
yapılmış. Uqba Camisi halen Magrip’teki en eski cami olarak kabul ediliyor.
Bunların yanında bir de çarşı içinde Üç Kapılı Cami var ki başlıca özelliği üç
kapısının üzerindeki kufi yazı ve çiçek desenli süslemeler.
|
Sbeitla'da seramik çanak çömlekler |
Kayravan’da islam kültürüne ilişkin yapıları gördükten
sonra, sıra Roma kültüründe: Sbeitla Kenti. Sbeitla, Roma kalıntılarıyla
tanınan bir antik kent. Antoninus Kapısı, Roma tanrıları’ndan Jüpiter, Juno ve
Minerva’ya adanmış Üç Tapınak, tiyatro, hamamlar, çeşmeler, Katolik Piskoposu
Jucundus’a adanan Bellator Kilisesi, Jucundus Şapeli,
vaftiz için dekore edilmiş
Vitalis Kilisesi, eski bir pagan tapınağı olan
Servus Kilisesi, Aziz Gervase, Aziz Protase ve Tryphon Kiliseleri… Bunların
bazıları iyi korunmuş, büyük bölümü sadece temellere sahip durumda, ama gene de
ilginç bir antik kent. Sbeitla’nın 1. yüzyılda inşa edildiği, çevresindeki
zeytin ağaçları ile ticaretin kısa sürede geliştiği, 4. yüzyılda önemli bir
hristiyanlık merkezi durumuna geldiği tahmin ediliyor.
|
Sbeitla-Roma döneminden kalıntılar |
Sbeitla’da günü bitiriyoruz. Yarın Tuzer’de safari turumuz
var. Tuzer’in 10.000 yıllık geçmişi olduğu biliniyor. Bugün ülkenin en önemli
hurma palmiyesi ormanlarına sahip. Burada 4x4’lerle dağ tepe geziyoruz, arasıra
dağ yollarında, taşlık yollarda yürüyerek palmiye ormanlarına dalıyoruz, zaman
zaman bir kayanın tepesinden zümrüt gibi pınarlara rastlıyoruz. Çölü bilirdim
ama vahayla ilk kez karşılaşıyorum. Şaşırtıcıydı.
|
Tuzer çölünde, aşağıda vaha! |
|
Tuzer |
Trekking’den sonra George Lucas’ın Star Wars filmini çektiği
alana gidiyoruz. Star Wars’un daha geniş bir yerde çekildiğini düşünürdüm, fakat
burası çölde hemen hemen bir dönümlük bir yer. Etrafta üç beş toprak kulübe,
labirent gibi geçitler, bir iki de filmden kalan parça var, hepsi o. Ama buna
rağmen, filmin ününden olmalı, turistlerin uğrak yeri haline gelmiş. Hele çöl
rüzgarı estiği zaman dişlerimin arasına, gözlerime kaçan incecik çöl tozlarını
düşününce, görmeye değer bir yer değil bence.
|
Tozeur: Tunus dünya hurma üretiminin büyük kısmını karşılıyor |
Tunus’ta o kadar çok hurma üretimi yapılıyor ki, dünya talebinin
önemli bir kısmı buradan karşılanıyor. Hurmayı tanıtmak için bir Palmiye Müzesi
kurmuşlar. Müzede hurma palmiyesinin yetiştirilme süreci, hurmadan yapılan
ürünler anlatılıyor, çeşit çeşit hurma ürünleri de satılıyor.
|
Douz'da bir köy |
20 Mart Çarşamba günü Tuzer’den ayrılıp, Kuzey Afrika’nın en
eski vaha kentlerinden Kebili’ye hareket ediyoruz; Çot el Jerid Tuz Gölü’nde
biraz dinlendikten sonra “çölün kapısı” olarak adlandırılan Douz’a geliyoruz.
Karşımda ucsuz bucaksız bir çöl var. Deve sahipleri çölün girişinde develeriyle
turist bekliyorlar. Bizim gruptan da birçok kişi develere binip iki saat kadar
süren turlara başladılar. Bana develerle yakıcı güneş altında çölde gezinti pek
cazip gelmedi, otobüsün durduğu Turist Enformasyon Merkezi’nde oturup etrafı
gezmekle yetindim. Safariciler dönünce Tunus’un güneyinde küçük bir Berberi
kasabası olan Matmata’ya gidiyoruz. “Star Wars” film çekimleri burada da
yapılmış ve çekimler için yaratılan mekan burada da korunmuş; geziyoruz, fakat
görmeye değer fazla bir şey yok. Biraz dinlendikten sonra Cerbe adasına
doğru yola koyuluyoruz ki, bugünün en güzel şeyi, Cerbe’ye gitmek olmalı!
|
Matmata'ya yaklaşırken |
|
Matmata'da Star Wars'un çekildiği stüdyo |
Cerbe adası (Djerba) 1513’te Oruç Reis’in fethettiği eski
bir Osmanlı toprağı ve Kuzey Afrika’nın en büyük adası. Cerbe tipik bir Akdeniz
adası. Mitolojiye göre, Homeros’un Odysseus’u gemisiyle bu adaya savrulmuş ve
tüm adamlarını burada kaybetmiş…
|
Cerbe adasında balıkçılar |
|
Cerbe adası-Gazi Mustafa Kalesi |
Cerbe’nin nüfusu 400.000, alanı 538 kilometrekare. Halkın çoğunun müslüman olduğu adada,
sayıları giderek azalsa da, yahudi bir azınlık da var. Kahvaltıdan sonra
Etnografya Müzesi’nde kısa bir gezintinin ardından Gazi Mustafa Kalesi’ne gidiyoruz. Kale 1289’da Aragon ve
Sicilya Amirali Roger de Loria tarafından inşa edilmiş. 1560’da 6000 kişilik bir İspanyol ordusu
adayı Türk korsanlardan korumak amacıyla kaleye son şeklini vermiş. Ancak
Türkler aynı yıl İspanyolları püskürterek kaleyi tekrar ele geçirmiş. Kale 1560-67
arasında da Turgut Reis’in emriyle, bölge valisi Gazi Mustafa Bey komutasına
girmiş ve bu dönemde kaleye bir cami ve bazı ekler yapılmış.
|
Cerbe adası-Geleneksel Miras Müzesi |
|
Cerbe adası-Etnografya Müzesi |
Kaleden sonra Halk Sanatları ve Gelenekleri Müzesi’ndeyiz
(Museum of Popular Arts and Traditions). Burada da geleneksel giysiler,
takılar, seramik işçilikleri gibi çeşitli el sanatları ürünleri sergileniyor.
Müze çıkışında, Hara Seghira isimli yahudi köyündeki
El-Ghriba Sinagogu’na gidiyoruz. Tunus’un genelinde hakim olan mavi beyaz
mimari burada da belirgin. Yahudi toplumunun Tunus’ta 2500 yıllık bir geçmişi
varmış. 1967’deki 6 Gün Savaşı’ndan sonra ülkede yaşanan anti semitik
hareketler sürecinde birçok sinagog gibi El-Ghriba da tahrip edilmişse de,
Habib Burgiba derhal yahudi cemaatinden özür dilemiş ve zarar gören bölümler
onarılmış. Ancak sinagog, yakın zamanlarda da bazı saldırılara uğramış.
Öğleden sonra Gabes üzerinden Sefakes’e (Sfax) hareket
ediyoruz. Sefakes Tunus’un ikinci büyük kenti. Eski Roma kalıntılarının
üzerinde kurulmuş olsa da, Roma’dan bugüne fazla birşey kalmamış. Burada çarşı
gezisi ve Geleneksel Sanatlar Müzesi ziyaretinden sonra El Cem’e (El Jem) gidiyoruz.
|
Sfax |
|
Sfax-Geleneksel Sanatlar Müzesi |
|
Sfax çarşısı |
|
Sfax çarşısı |
El Cem Kolezyumu 2100 senelik bir yapı ve dünyanın ikinci
büyük arenası. Kolezyum, Roma krallarından Thysdrus’un bir eseri. O dönemde
önemli bir ticaret kenti olan El Jem en parlak yıllarını 2 ve 3. yüzyıllarda
yaşamış. Kentte kolezyum yanında, birçok göz kamaştırıcı yapı inşa edilmiş.
Tunus’ta çıkarılan en güzel mozaik sanatı örnekleri de bu bölgeye aitmiş, ki
bunların bir bölümü de Bardo Müzesi’nde sergileniyor.
|
El-Jem-Kolesyum |
|
El Jem-Kolezyum |
Sırada Monastır var. Monastır Tunus’un balıkçılık merkezi.
Burada gezdiğimiz en önemli yapılar Monastır Kalesi ve Burgiba’nın anıt mezarı.
|
Monastır'da Habib Burgiba'nın anıt mezarı |
Sırada Sousse ve Hammamet şehirleri var. Sousse’de büyük bir
kervansaray gezdik. Sousse gibi küçük yerleşim yerlerine “casbah” diyorlar.
Kelime Tunus’a özgü değil, Cezayir gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinde de
kullanılıyormuş. Bizdeki “kasaba” da sanıyorum buradan geliyor. Arapça… Aklıma
Deanna Kirk’ün “Take Down to Casbah”ı geliyor… Kervansarayda birçok açık ve
kapalı çarşı (buna da “souk” deniyor) var. Kentin alış veriş merkezlerinden
biri. Bir kenarında da cami var. Sousse’de bir de mozaik müzesi varmış ama
gezemedik, Hammamet’e gittik.
|
Hammamet |
|
Hammamet'te Atatürk Sokağı |
|
Hammamet'te Filistin'e destek gösterisi |
|
Hammamet |
23 Mart. Sabah ilk işimiz yürüyerek kenti gezmek oldu.
Hammamet ülkenin yüzme, su sporları ve turizm merkezi. Zaten temizliğinden
turistik bir yer olduğu belli. her taraf palmiye ve yaseminlerle dolu. Binalar
bakımlı. İnsanlar temiz. Havası ılık. Uçcuz bucaksız pırıl pırıl bir sahili
var. Sürpriz: Kentin ana caddesine açılan sokaklardan birinin ismi “Mustafa
Kemal Atatürk”. Yalnız, “Kemal”i biraz yanlış yazmışlar, onu da Dış İşleri’nin
uyarması gerek. Mutlaka görmüşlerdir, ama…
|
Kartaca Müzesi |
Öğleye doğru Kartaca’dayız. Kartaca İÖ 814’te kurulmuş bir
Fenike kolonisi. Zamanında, Akdeniz ticaretinde önemli bir kentmiş. Bugün çok
zengin bir arkeolojik buluntu alanına sahip. Buradan çıkarılan birçok heykel ve
mozaik de Kartaca Müzesi’nde sergileniyor.
|
Kartaca Müzesi |
|
Kartaca Müze alanı |
|
Sidi Bou Said |
Akşama doğru Tunus’taki ilk günümüzde gezdiğimiz Sidi Bou
Said’e geliyoruz. Amaç, gezide bir
saatimizin bile boş geçmemesi! “Anı tazeliyoruz”…
Kapı resimleri, hediyelik alış verişler, sohbetler... İlk gün kaçırdığımız sokaklara giriyoruz... Bir kahvede oturup küğnarlı
çay içiyoruz… Ve sonra otele…
Bugüne kadar birçok islam ülkesi gördüm. Yemen, Suriye, Mısır, İran... Aralarında en temizi Tunus'tu. Belki en uygar olanı da... Gerçi İran'a haksızlık etmemeliyim, çünkü İran dünyanın en köklü tarih ve kültürüne sahip ülkelerinden biri ve mola rejimine rağmen halk bugün de köklü Pers kültürünü yaşatıyor. Ama Tunus'ta hiç değilse kadınlar zorunlu olarak kapatılmıyordu. Bu da Atatürk hayranı Habib Burgiba'nın eseri olmalı.
Ertesi sabah 24 Mart. Dönüş için çantalarımızı toplayıp
havaalanına gidiyoruz. Uçakta bir sürpriz daha: Fest Travel, bana bir doğum
günü hediyesi hazırlamış. Lonely Planet’in “Tunus” kitabı! Hem hediye, hem de
harika planlanmış Tunus gezisi için Fest’e teşekkür ediyorum.