Saturday, November 26, 2011

Katmandu, Nepal


Rock müzik dinlemeye başladığım çocukluk yıllarında gazetelerde, “hey” dergilerinde hep görürdüm, Sultanahmet üzerinden Katmandu’ya giden, oralarda müzik yapan, görkemli tapınakların üzerinde transa geçen, eğlenen, müzik yapan çiçek çocuklarının fotograflarını. “Çiçek çocukları”, “hippiler”, “make love, no war”, “love and peace”… Hepsi 60’ların sonları ile 70’lerin başlarınndaki batı gençliğinin simgeleri olmuştu. Sonra 70’lerde Urla İskele’de bir açık hava sinemasında “Katmandu Yolları” filmine gitmiştim. Motorsikletli bir kız, Jane Birkin, ve sevgilisinin Katmandu macerasını anlatıyordu. Müzik, seks, uyuşturucu, eğlence, hız ve yukarıda yazdığım çiçek çocuklarının simgeleri. Belki de 60’ların bir özetiydi film. Sonra George Harrison’ın, Eric Clapton, Led Zeppelin, Pink Floyd, Moody Blues’un Katmandu ziyaretleri… O yıllardan beri hayalimdi Katmandu’ya gitmek. Geç oldu ama, yıllar sonra da olsa, dudaklarımda Cat Stevens’ın “Mona Bone Jakon” albümündeki “Katmandu” şarkısı, 8 Eylül 2010’da Qatar Air’le Doha üzerinden çiçek çocuklarının “mekke”sine gitmek üzere uçağa bindim.

9 Eylül 2010 sabahı Katmandu havaalanında boynumuza turuncu kadife çiçeklerinden kolyeler takarak karşılandık. Bu şimdilik Katmandu’ya ilk girişim. Tur, Nepal dışında, Tibet ve Butan’ı da kapsadığı için, iki hafta içinde, Katmandu’ya iki kez daha girip çıktık, gezdik.

Nepal’in büyük bölümü Hindu. Biraz budist ve çok az da müslüman var. Katmandu’nun küçük bir yer olduğunu düşünmüştüm. Ama Maocularla kraliyet idaresi arasında özellikle kırsal alanlarda yaklaşık on yıl süren iç savaş boyunca yaşanan göç nedeniyle şehir plansız, altyapısız ve çok hızlı bir şekilde genişlemiş, nüfusu da on yılda yaklaşık on kat artmış. Bu yüzden şehrin dış mahallelerinde çöp yığınları, toz toprak içindeki yollar, su birikintileri ve sefalet dikkat çekiyor. Yeterli yol ve para olmadığı için motorsiklet kullanımı çok yaygın.

Nepal çok kültürlü bir ülke. Katmandu’nun her yanı pagodalarla, stupalarla, bronz, taş ve ahşap dinsel heykellerle dolu. Dini inançlar halkın sokaktaki yaşamına da her an yansıyor. İnsanlar sokakta bile her fırsatta dua ediyorlar, ellerindeki dua çarklarıyla yürüyorlar veya sokaklardaki dua çarklarını çeviriyorlar. Sokaklarda, kendilerini dünya nimetlerinden arındırıp dine adayan, ermiş misali “sadu”lar görmek mümkün. Sadular, kendilerini tamamen budizme adamışlar, yüzlerini kutsal renklerdeki boyalarla boyuyorlar, günah sayıldığı için saçlarını hiç yıkamıyor ve kesmiyorlar, bu yüzden de saçları rastafarilerinki gibi keçeleşmiş, genellikle, giysileri çok renkli olmakla beraber, kutsal olduğu için turuncu ağırlıklı. Sadular arasında hiç hareket etmeden ve pozisyonunu yıllarca değiştirmeden yatmak, bağdaş kurarak veya bir kolunu yukarı kaldırarak oturmak gibi yaşam biçimlerine de rastlanıyor. Hatta öyle ki, herhangi bir nedenle aylar, yıllar sonra hastaneye götürülen, mesela bir kolunu yıllar boyunca kıpırdatmayan sadularda, kireçlenme nedeniyle kolun normal yerine getirilemediği, eklemlerin oynatılamadığı görülmüş. Ancak turizm geliştikçe, saduların dünya nimetlerinden arınmaları süreci de biraz yara almış görünüyor, zira fotograf çeken yabancılardan genellikle para istiyorlar, bazıları peşin para almadan poz vermiyorlar.

Katmandu vadisinde üç eski eski kent var: Patan, Bakhtapur, Katmandu. Bunların üçünün de ortak tapınak alanı Durbar Square. Biz de zaten daha çok bu ortak alanı ve yakın çevresini geziyoruz. Durbar Alanı'nda Kamboçya’daki Angkor Wat’ı andıran tapınaklar var. Yerli halk bu tapınakların basamaklarına oturup sohbet ediyor. Etraf seyyar satıcılarla dolu. Patan’a “city of arts” da deniyor. İÖ 250’de kurulduğu söylenen ve Katmandu vadisindeki en eski yerleşim olan Patan’da 1200 kadar budist tapınak ve anıt var. Sokakların doğal bir kokusu var: Tütsü. Her yerde tütsüler yakılıyor. Çok fazla turistik dükkan olduğu için her kapıdan, tezgahtan müzik sesleri geliyor. Fakat buna rağmen sesler karışmıyor, çünkü hemen her yerde çalınan müzik aynı, “Om Mani Padme Hum” (selam olsun nilüferin-lotus-içindeki cevhere), ya da buna benzer, basit melodik yapılara sahip, aynı nakaratın dakikalarca tekrarlandığı, ama nedense sıkmayan meditasyon şarkıları. Led Zeppelin buraya yerleşse hergün bir plak yapar! Enstrümanlar biraz çeşitlendirilse harika olacaklar. “Buddha Bar” müzikleri buralardan esinlenilerek yapılıyor anlaşılan. Cat Stevens’ın “Katmandu”sunu daha iyi anlıyorum, ancak burada yazılabilirdi. George Harrison’ı da. Burası insanın sanki dünyaya boşverdiği, kendi sesini dinlediği bir kent, “iç, kafa yap, seviş”. Herhalde 60’ların kimliğinde Katmandu’dan çok iz var. Mırıldandığım müziklerden biri de cellist David Darling’in “Namaste”si. Burada herkes birbirini “namaste” diye selamlıyor, "merhaba".

Patan’da Dhulikel Mountain Resort’ta kaldık. Himalayalar’ın eteklerinde, yemyeşil orman içinde bungalow tipi bir dağ oteli burası. Bahçesi çiçekler içinde. Oturup “Gorkha” birası içerken, bir taraftan da bir meditasyon müziği dinliyorum. Gorkha, İngiliz kolonyal yönetimi sırasında İngiliz emperyalizminin emrinde çeşitli ülkelere savaşmaya giden paralı askerlerin “kahramanlıklarına” bir referans. Akşam otelde bir folklor gösterisi var. Çoğu otelde çalışan kız ve erkeklerden oluşan grup, yerel gösteriler sundular. Kızlar harikaydı, oyunları, yüzleri, mimikleri… Sabah harika bir serinlikle, çiçeklerin arasında, mis kokulu havada, karşımızda karlı Himalayalar, kahvaltı yapıp Bhaktapur gezisi için Durbar Alanı’na doğru, pirinç tarlalarından, sebze meyve bahçelerinden, yoksul yerleşim yerlerinden geçerek yol aldık. Yanımızdan geçen, karşıdan gelen otobüsler tıka basa dolu, pencerelerden çıkan kollar kafalar dışında, bazı otobüslerin tepelerinde de yolcular var. Daracık ve bir tarafı neredeyse uçurum olan yollara ve aşırı yüke rağmen sürücüler son hızla, ama nasıl oluyorsa hiç kaza yapmadan gidebiliyorlar. Istanbul trafiği bunun yanında mükemmel!

Bakhtapur’un merkezi de Durbar Alanı. Bakhtapur’a, zarif güzel sanatları, çok kültürlülüğü, renkli festivalleri, dansları, tipik Newar yaşam tarzıyla, “city of devotees” deniyor. Durbar’da o kadar çok tapınak var ki. Hepsi ahşaptan yapılmış ve ince oymalara sahip. Tapınaklardan birinin dört yanında kama sutra figürleri gördüm. Çeşitli pozisyonlarda seks figürleri bunlar. Budizmde sevişme, enerji olarak tanımlanıyor, dünyanın, hayatın sürmesi için gerekli, dolayısıyla kutsal görülüyor, ayıplanmıyor.

Gece Dwarika Hotel’de kaldık. Katmandu’dan beklenmeyecek güzellikte bir otel. Sabah erkenden Bagmati nehrinin kıyısına gittik. Nehir eskiden gürül gürül akarmış, ama son yıllarda kirlilik ve kuraklıkla sular azalmış, yer yer kurumuş. Sadular ortalıkta dolaşıyor, nehir kıyısı en turistik yerlerden olduğu için, fotograf çeken çok, sadular da bol bol poz verip para kazanıyorlar. Bagmati kıyısında bir tarafta insanlar oturmuş, piknik yapar gibi yemeklerini yerken, karşıda üst üste yığılan odunlarda ölü yakma törenleri yapılıyor. Kesif bir duman kokusu ve pislik çok itici. Yakılan ölüler, külleriyle birlikte nehre atılıyor.

Katmandu eskiden daha güzelmiş, hippiler buraya boşuna gelmemiş. Ama iç savaş sırasında artan göç sonrasında sefalet öyle artmış ki, bugün Maocuların hükümete girmesine ve rejimin değişmesine rağmen, halk eski günlere ve monarşiye özlem duymaya başlamış!

Patan Meydanı civarında Kumari’nin evi en çok gezilen yerlerden biri. Kumari, Nepal’in Newari toplumundan ve kız çocuklar arasından seçilen, dişil enerjiyi temsil eden kutsal bir kişilik. Kumari seçilen kız, Kumari evine getirildikten sonra toplum içine çıkmıyor, günde bir kez, o da belki, bir dakikalığına evin avlusunda bekleyen halka gösterilip geri çekiliyor, ergenliğe geçtiği anda da Kumari’likten alınıp köyüne geri gönderiliyor. Evin hemen yanında 60’ların meşhur Freak Street’ine geçtim. Burası çiçek çocuklarının o yıllarda en fazla takıldıkları cadde. O yıllarda barların, içki, uyuşturucu ve müziğin merkezi. Ancak bugün hippilerden eser kalmamış, cadde de daha çok hediyelik eşya satan dükkanlarla dolmuş.

Katmandu bugün fakir bir ülke, sefalet çok fazla, altyapısı çok zayıf, üretimi düşük bir tarım ülkesi, geri kalmış bir ülke. Ama buna karşılık, global turbo kapitalizmin ortalığı toza dumana katarak her yeri esir aldığı bir dünyada, yerel kültürünü koruyarak yaşayabilen ender yerlerden biri.

No comments:

Post a Comment