Thursday, January 26, 2012

Yemen

İşteki son yıllarımda sabırsızca emeklilik süremin bir an önce dolmasını bekliyor, emekli olunca dünyanın neresinde bir Rolling Stones konseri, Moody Blues konseri varsa oraya gitmeyi, Paris’te bir kafede oturup şarap içerken etrafı seyretmeyi, Floransa’da sanat tarihi kurslarına gitmeyi hayal ediyordum. Nisan 2007’de emekli olacaktım ve hemen Şubat ortalarında o yılın izinini alıp emeklilik dönemimin ilk dış gezisine başladım. Ama nereye? Paris mi, hayır. Londra, New York, Stockholm, Barcelona mı? Hayır. Yemen. Emeklilikteki o şaraplı, konserli, konforlu tatil hayallerim yerine, ilk gezimi Yemen’e yapmaya karar verdim! Bugüne kadarki en konforsuz, müziksiz, şarapsız tatilim! Ama haksızlık da yapmayayım, Yemen gezim en şaşırtıcı ve ilginç gezilerimden biri oldu.

21 Şubat 2007’de başlayan gezi, 4 Mart’ta bitmesi gerekirken, dönüş günü çöl fırtınası çıkınca, 5 mart’ta bitti. Gezi öncesinde okuduğum yazılar, Yemen’I “zamanın durduğu ülke” olarak tanımlıyordu ve o kadar çok tekrarlanıyordu ki, sanki inandırıcı olmaktan uzaklaşıyordu, klişe halini almıştı, ama gidince bunun gerçek olduğunu gördüm. Yemen, cep telefonlarını, her yerde uçuşan naylon torbaları ve 5000 motor Toyota jipleri saymazsam, gerçekten zamanın durduğu yerdi. Ama bu “çağdaş”lık belirtilerinin sebebi de daha sonra anlaşılacaktı. Çünkü cep telefonları, zaten bugün, turbo globalleşme çağında, girmedik ülke bırakmamıştı. Naylon torbalar, 11 yaşından büyük her Yemenlinin her gün tükettiği hafif dozlu uyuşturucu qat yapraklarını koymak için kullanılıyordu ve Yemenliler çöp kutusunun ne olduğunu bilmiyordu. Toyota’nın sırrı ise, yolu izi olmayan geniş coğrafyada çölde ulaşım için zorunluydu ve kullanılan hemen tüm jipler zengin arap ülkelerinden ikinci el ve kaçak olarak getiriliyordu. Ama bunların dışında halk sanki 500 sene öncesinin barınma, inanç, gelenek, eğitim, iş, ya da kısaca, yaşam ortamını koruyordu. Bu haliyle Yemen, başka türlü bir kültür şokuydu.

Yemen halkı fizik olarak gayet güzel insanlar. İki haftalık gezide, çok az bir abartmayla yazayım, bir tek şişman kadın ve erkek görmedim. Herkes incecik ve sanki seke seke yürüyor burada. Yok ama, zayıflıkları açlıktan değil, ülkenin bir bölümü çöl olsa da, bir bölümü de yağışlı ve yeşil. Bizde yetişen hemen her sebze orada da var. Ayrıca bol bol tropik meyva da. Halk yoksul, ortalama aylık gelir 250 dolar civarında, alt-orta sınıfın geliri ise tabii ki bunun çok daha altında, ama gene de, fiyatların düşük olması, halkın gıda ihtiyacını karşılamasına imkan veriyor. Belki de ulaşım imkanlarının, düzgün yolların olmaması, halkın daha hareketli yaşamaya zorluyor, çeviklik bundan olmalı.


Yemen’den söz edince dikkat çeken bazı başlıklar ortaya çıkıyor. Mimari yapı, qat, jembiye, yemekler… Yemen’e özgü farklılıkları gösteriyor bu konular.

Düşük yaşam standardlarına rağmen, başkent Sana’a hayranlık uyandırıcı bir güzellikteydi. çok eski bir kent Sana’a. Efsane diyor ki, bu kenti Nuh Peygamber’in oğlu Sam kurmuş: Sam, kendisine saray yapacak bir yer arıyormuş, Wadi Al Saila’ya gelip toprağı kazmaya başlayacakken, bir kuş gelmiş, Sam’ın elinden küreği kapmış Celal Nagum’un eteklerinde bir yere konmuş, Sam de doğru yerin orası olduğunu anlayıp sarayını inşa etmiş. Sana’a işte burası. 1970 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde, Sana’a kentiyle ilgili, Zeynep Oral’ın bir yazısını okumuştum, Oral, Sana’a’nın o yıl Ağa Han Mimarlık Ödülü kazandığını anlatıyor ve hayranlıkla kentten izlenimlerini aktarıyordu. Büyük ölçüde kerpiçle yapılan tüm diğer köy, kasaba, şehirlerin aksine, Sana’a daha çok taş yapılarla inşa edilmiş ve hemen tüm yapılar işlemelerle süslenmişti.

Yemen yoksul bir ülke ama tabii ki zengin bir sınıf da var. İşte bu zengin sınıf Eski Sana’a’nın yanıbaşındaki Yeni Sana’a’da yaşıyor ve tabii ki buradaki yapılar ve yaşam tarzı daha modern. Eski Sana’a ve hemen tüm Yemen’de kadınlar simsiyah çarşafla, erkekler üzerlerinde uzun beyaz elbise, bellerinde kuşak, kuşaklarında jembiye ile yaşarken, Yeni Sana’a’da pantolonlu kızlar erkekler, kafeler var.


Yemenli kadınlar hep kara çarşafa bürünmüşler, sadece gözleri açık ve fotograf çekenlere de sıcak bakmıyorlar, ama tuhaf bir serbestlikleri de varmış: Anlatılanlara göre, eşlerini, misafirim var diye evden göndererek, erkekli kadınlı misafirler kabul edebiliyorlarmış. 2011 sonlarında başlayan “arap baharı” isyanlarında da, Yemenli kadınların öne çıktıkları görülüyordu televizyonlarda. Hatta Amerika’nın, Yemen’de bir kadın lideri başkanlığa getirmeyi palnladığı söyleniyor!

Jembiye nedir? Jembiye Yemenli erkeğin namusudur! Jembiye, ucu kıvrık, sapı, kabzası işlemeli, buna rağmen bence kaba sapa bir hançer. 11-12 yaşından sonra bütün erkekler bellerindeki kuşağa bir jembiye sıkıştırıyorlar ve onsuz sokağa çıkmıyorlar. Artık gelenek olmuş, yoksa kavgalarda bile kolay kolay çıkarıp kullanmıyorlar, çünkü jembiye kınından çıkarılınca mutlaka kullanılırmış. Zaten silah olarak özellikle aşiretlerde kalaşnikoflar kullanılıyor. Yemen eskiden kuzey ve güneyde ikiye bölünmüştü, sonra iç savaşın arkasından anlaşma yapıldı ve iki Yemen birleşti, ama gene de iki tarafta da aşiretlerin kendi bölgelerinde hakimiyetleri ve başka aşiretlerle husumetleri var. Bunlar hala zaman zaman kullanıyorlar kalaşnikofları.

Yemen sokaklarında dolaşmak çok zevkli, ama ülkede öyle bir trafik var ki, burada araba kullanabilen birisi, herhalde dünyanın hiçbir yerinde trafikte zorlanmaz. Hiçbir kural işlemiyor. Hiç kimseye ceza verilmiyor. Herşey bir keşmekeş. Şöförler on saniyede bir uzun uzun kornaya basıyor, ki üstelik korna sesleri haddinden fazla yüksek. Şöförler, önlerinde hiçbir araç olmasa, önlerine hiç bir yaya çıkmasa bile, boş yolda kornaya basmaktan zevk alıyorlar. Kulak tırmalayıcı!

Yemen’e giderken, kahvesi meşhur ya, güzel kahveler içerim diye düşünmüştüm, ama içtiğim en kötü kahve Yemen’dekiydi! Çünkü artık kahve kalmamış ülkede. Hatta neredeyse tüm ülkeyi gezmemize rağmen bir tane kahve ağacı göremedik! Bütün kahve bahçelerini sökmüş Yemenliler ve onun yerine qat ağaçları dikmişler. Qat, iki metre kadar yüksekliği olan, yumuşak ince yapraklı bir ağaç. Qat yaprakları hafif bir uyuşturucu etkisi yaratıyor ve halk buna bağımlı. Ülkedeki 11-12 yaşlarından itibaren bütün erkekler ve çoğu kadın, saat 12’de qat çiğnemeye başlıyorlar ve bu ritüel 3’e kadar sürüyor.

Qat yaprakları, hemen her yerleşim yerinde pazarlarda, naylon torbalara yaklaşık bir avuç dolusu kadar konarak satılıyor. Yemenlilerin gelirine göre ucuz da değil aslında, bir Yemenlinin aylık qat gideri 100 dolarmış. Qatın günlük olarak tüketilmesi gerekiyor, yapraklar fazla bekletilemiyor. Halk o kadar müptelası olmuş ki, yurt dışındaki elçilik görevlilerine dahi, vakumlanmış ambalajlarda kargoyla gönderiliyormuş. Yapraklar teker teker ağıza alınıp ağır ağır çiğnenerek suyu emiliyor ve posa, yanak içinde bekletiliyor. Ağıza her yaprak alınışında, yanakta biriken miktar ve tabii ki yanaktaki şişlik de büyüyor. İnsanlar qat çiğnemedikleri zaman gergin oluyorlarmış. Hatta uzun bir çöl yolculuğundayken, uyuşturucu etkisi olduğunu bildiğimiz için, şöförün qat çiğnemesinden endişe ettiğimizi söyleyince, merak etmememiz gerektiği, qat çiğnemedikleri zaman daha tehlikeli olabilecekleri söylendi, ve sustuk! Torbadaki qat bittiği zaman, yanakta biriken posayı tükürüyorlar, boşalan torbayı da fırlatıp atıyorlar. Nüfusun 25 milyon olduğu, yaklaşık 10 milyon kişinin qat çiğnediği düşünülünce, günde en az 10 milyon naylon torbanın sokaklara atıldığı ortaya çıkıyor. Bu yüzden ülkede torba-ağaçlar oluşmuş! Her yerde o kadar çok atık torba var ki, uçuşan torbalar ağaçlara takılıp rüzgarla da şişince torba-ağaçlar oluşuyor!

Meyve-sebze bakımından yoksul bir ülke değil Yemen. Ama sofrada bunlara fazla yer verilmiyor. Bol safranlı pirinç pilavı ve keçi, tavuk ya da balık çok yiyorlar. Pis bir ülke Yemen, fakat yemek yerken, nasıl olsa pişti bunlar diye fazla pimpiriklik de yapmadık. Tabak çatal kaşık az kullanıyorlar. Gittiğimiz lokantalarda bize lüks muamele yapıldı ve teneke benzeri çatal-kaşık ve ince plastik tabaklarla servis yapıldı. Ama üç beş Yemenli bir lokantada masaya oturunca tepsi içinde pilav ve üzerinde et geldiğinde, herkes elleriyle yiyor yemeğini. Ekmek olarak da gördüğüm kadarıyla katmer çok yeniyor. güzel bir ekmek katmer, hafif yağlı, çıtır çıtır bir saç ekmeği. Üstüne bal dökerek de yiyebiliyorlar, o zaman ballı ekmek oluyor. Lezzetli. Nasıl olsa pişmiş şey diye bol bol yedim. Çay da çok içiliyor Yemen’de, fakat alıştığımız gibi değil: Bardağın neredeyse yarısına kadar şeker, üzerine çay koyuyorlar.



Yemen’in pazarları bizdekilere benziyor biraz, köylüler bağlarından bahçelerinden ne topladılarsa getirip satıyorlar. Çoğu, tezgahlarını yere açıyor. Pek bir düzen yok, o yüzden dolaşmak zor olabiliyor. Bir de, bazı pazarlarda hayvanlar da satılıyor, keçiler, tavuklar, hatta deve bile gördüm bir pazarda.

Yemen mimarisi Sana’a dışında da ilginç. Bütün yapılar kerpiç ve taştan. Yeşil de zaten az olunca tüm ülke sanki tek renk: Toprak rengi. Ancak, mimariden söz edince, Sana’a gibi, farklı başka yerler de var: Tula isimli köy, Sana’a’ya yakın bir yerde, bir dağ eteğinde, teraslar halinde kurulmuş taş evlerden oluşuyor. Yapılarda kullanılan taşlar, dağlardan taşındığı için aynı renkte, o yüzden uzaktan bakınca binaları seçmek zor olabiliyor. Ama, San’a’daki gibi dantel gibi işlenmiş binaların duvarları.

Shibam bir başka güzellik. UNESCO koruması altında bir kent. Kentin girişinde bir tabela var, üzerinde “The Arabic Manhattan” yazıyor! Okuyunca önce şaşırdık, ama kente girince anlaşıldı, karşı tepeye çıkıp kente bakınca Manhattan siluetine benzer bir görüntü var, üst üste gökdelenler!

Ama daha şaşırtıcı olanı, Shibam’daki “gökdelenler” 400-600 yıllık, 6’şar 7’şer katlı ve tamamen kerpiç, toprak ve ahşaptan yapılmış. Üstelik burası yağmur alan bir bölge, ama yapılar hala sapasağlam ayakta. Son yıllarda Avrupalılar buradan ev alıyorlarmış. Karşı tepeden gün batımı güzel.

Mimaride dikkat çeken başka bir özellik de, kuşatma koşullarında daha iyi korunabilmek için birçok yerleşim yerinin yüksek yerlere yapılması. Bunun en iyi örneklerinden biri, İmam Yahya’nın 1900’lerin başlarında yaşadığı evi. Sarp bir kayanın tepesine yapılan ev bugün ziyarete açık.

Gezinin en riskli durağı Marib’di. Kuzey ve Güney Yemen yıllar önce birleşmiş olsa da, merkezi devlet henüz asayişe tam olarak hakim değil ve aşiret yapılanmalarının etkileri hala sürüyor. Biz de jiplerle çıktığımız uzun çöl yolunda, saldırılardan korunmak amacıyla kalaşnikoflu korumalar tutmuştuk, ki daha sonra öğrendiğimize göre bu korumalar esasında hakim aşiretlerin adamlarıymışı ve onlara verdiğimiz para bir bakıma rüşvetmiş. Çölde birkaç yerde durup indiğimiz zaman iç savaşla yüzleştik de. Nasıl mı? Yürürken, aramaya hiç gerek kalmadan, kumlar arasından top ve tüfek mermisi kovanları bulmak çok kolaydı. Çok değil, 20-25 yıl öncesinin savaş alanlarında yürüyorduk. Kazasız belasız Marib’e gidip otele yerleştikten sonra, ertesi sabah Belkıs harabelerine gitmek üzere otobüse bindik, ancak yola çıkmamız bir hayli zaman aldı. Çünkü Marib, aşiret saldırılarının en fazla yaşandığı yer. Riskli bir yer. Öğrendiğimize göre, aşiretler özellikle turistleri kaçırıp fidye istiyorlarmış. Rehinecilerin amacı hükümetten ya da turistin ülkesinden fidye alarak ve bu parayla köyüne su kuyusu açmak, yol yapmak gibi alt yapı hizmetleri yapmak. Bu süreçte fidyeciler rehinelere zarar vermeyi amaçlamadıkları için, aksine, onlara gayet iyi, hoşgörülü davranıyorlarmış ve hatta bu nedenle, ender de olsa, fidye ödendiği halde oradan ayrılmak istemeyen rehinelere de rastlanıyormuş. Ancak, pazarlıklar genellikle anlaşmayla sonuçlansa da, rehinelerin karşı koyması gibi durumlarda, zaman zaman silah da kullanılıyormuş. Nitekim, biz Türkiye’ye döndükten bir iki hafta sonra, Marib’te bizim kaldığımız otelin basıldığın,ı çıkan çatışmada 7-8 turistin öldürüldüğünü öğrendik.

Belkıs’a bir türlü hareket edemeyince bizim de aklımıza kötü şeyler geliyordu ki, sonunda çıkışımıza izin verildi ve bir manga asker ile bazukalı iki askeri jipin eskortluğunda Belkıs’a hareket ettik. Harabe alanına indiğimize baş döndürücü, mis gibi bir koku aldık. Herkes ne olduğunu merak ederken, Belkıs harabelerine gelince karşımıza bembeyaz çiçekler açmış koskoca bir portakal bahçesi çıktı.
Yemen, en yoksul, en pis çevreye sahip, en az gelişmiş, en tehlikeli, bir gezgin için en yorucu ülkelerden biri. Ama ayni zamanda, dünyanın en ilginç ve güzel ülkelerinden de biri.

2 comments:

  1. Sayın Levent Varlık,
    Yemen'le ilgili bilgi yazıları ararken rastlantıyla yazınızı okudum. Öncelikle izlenimlerinizi paylaşmanızın faydalı olduğunu belirterek teşekkür ederim. Sormak istediğim Yemen gezisi için işin diğer hazırlık, ve de ulaşım, maliyet, güvenlik vb. rehber olabilecek konulara yer verebilirmisiniz? ya da faydalandığınız linkler varsa paylaşırmısınız? Yolunuz her daim açık olsun dileğiyle...

    ReplyDelete
  2. Merhaba,
    Yemen'e Fest Travel'la gitmiştim. Rotamız günlük olarak şöyleydi:
    - Istanbul-San'a
    - San'a
    - Vadi Dhah-Tula-Kevkeban-Şibam-San'a
    - San'a-İbb-Jibla-Taez
    - Taez-Aden-Taez
    - Taez-Al Khavka-Zabid-Al Hudayda
    - Al Hudayda-Manaka-Al Hajjarah-San'a
    - San'a-Seyun-Hajjareyn-Şibam-Havta
    - Havta-Seyun-Tarım-Havta
    - Havta-Şabva-Marib-Bilkis
    - Bilkis- Barakuiş-San'a
    - San'a-Istanbul

    Gidiş-geliş Istanbul'dan direkt uçuşla yapıldı. Yemen'de yerel acentenin kiraladığı 4000 motor Toyota 4x4'lerle gezildi. Bu araçlar Yemen'de çok yaygın ve bozuk yollar ve çöl yolları için neredeyse zorunlu. Geziyi Şubat ayında yaptığımız için, aşırı sıcaklara yakalanmadık.

    Gezinin maliyeti, yanlış hatırlamıyorsam, herşey dahil 4.000 dolar kadardı. Gidilen yerlerdeki en iyi otellerde kaldık. Önceden söylenseydi inanmazdım ama, özellikle San'a'da kaldığımız otel, ki 5 yıldızlıydı, birçok ülkedeki 5 yıldızlı otelden daha lükstü.

    Güvenlik Yemen'de zayıf. Yıllar önce Kuzey-Güney Yemen arasında süren ve daha sonra kağıt üzerinde biten iç savaş, bazı bölgelerde hissediliyor. Doğrusu, merkezi yönetim, çeşitli bölgelerdeki aşiretlere tam anlamıyla hakim değil. O yüzden mesela, Bilkis harabelerini gezebilmek için izin almamız çok zor oldu ve geziyi ancak, üzerinde çok sayıda ağır silahlı asker ve birer bazukalı iki askeri aracın eskortluğunda gezebildik. Keza, yazıda da söylediğim gibi, Marib'e gidiş oldukça riskli. Bizim başımıza birşey gelmedi, ancak bu yıl halk ayaklanmaları nedeniyle riskin çok daha arttığını tahmin ediyorum.

    Hırsızlık, aşiretlerce ağır şekilde cezalandırıldığı için, pek görülmüyor, o bakımdan güvenli bir ülke.

    Ülkede İngilizce bilen fazla olmadığı için, Arapça bilgisinin çok yararı olur.

    Yemek konusunda, vejeteryan olmama rağmen, böyle gezilerde yemeğe düşkün olunmaması gerektiği için, sıkıntı çekmedim. Temiz bir yer de değil Yemen, ama ekmekle, pilavla idare ettim.

    Kredi kartı oteller dışında pek işe yaramıyor.

    Bizim cep telefonları kullanılabiliyor.

    İhtiyacınız olan ilaç ve temel eşyaları yanınızda götürmeniz iyi olur, orada herşeyi bulmak zor.

    Kendi gezimdeki izlenimlerim ve ülkenin şimdiki durumu hakkında medyadan edindiğim bilgi çerçevesinde, şu anda Yemen'e gitmenin riskli olduğunu, en azından, yukarıdaki programın bazı ayaklarının daha riskli hale geldiğini sanıyorum. Ama mutlaka gitmek istiyorsanız, internetten yerel bir acenta ile programı bağlamanızı öneririm.

    İyi yolculuklar..

    ReplyDelete