Sunday, August 25, 2013

Suriye


Suriye’ye beş sene önce, 2008 Nisan’ında, henüz “arap baharı” dedikleri olaylar başlatılmadan, güzel bir baharda gitmiştim. Bu blogu çok daha sonra açtığım için izlenimlerimi şimdi aktarabiliyorum. Gerçi buradaki notlarımın, ülke bu kadar yakılıp yıkıldıktan, her yer tahrip edildikten sonra, hiçbir gezgine faydası olacağını düşünmüyorum, ama hiç değilse anılarımı not edeyim istedim. 
Şam: Süleymaniye Külliyesi

Şam: Süleymaniye Külliyesi'nde hoca



Şam şehri


Şam’da en etkileyici yerler Arkeoloji Müzesi ve Emeviler Camisi’ydi. Arkeoloji müzesi Helen, Roma ve Bizans dönemlerinden, bolca da Palmira’dan eserlerle çok zengin bir müze. Emeviler Camisi de taş, mozaik ve ahşap işçiliğiyle çok güzel bir yapı. Avlusu da o kadar büyük ki, kadınlar, çocuklar yerlerde oturuyor, çocuklar oyun oynuyor. Hamidiye Çarşısı, doğunun en güzel kapalı çarşılarından biri. Istanbul’daki Kapalı Çarşı gibi, dar ara sokaklarıyla birlikte yüzlerce dükkanın yer aldığı, günlük kullanıma yönelik her türlü yerel geleneksel ürünün pazarlandığı bir yer. Onlarca çeşit mis kokulu zeytinyağı ve defne sabunları, parfümler, basma dokumalar, yazmalar, çeşit çeşit baharat, mutfak eşyaları, bir evde ne gerekiyorsa hepsi var. Ancak, bunlar da artık tarih oldu. Irak’ta Saddam’ın devrilmesi sırasında Irak Ulusal Müzesi’nde çalınmadık eser kalmadığına bakılınca, Suriye’deki müzenin 2012 sonlarında başlatılan iç savaştan sonra ne hale geldiği belli değil tabii. Ayrıca medya haberlerine göre Emeviler Camisi de, Hamidiye Çarşısı da top tüfek atışlarıyla harabeye dönmüşler. 

Şam: Emeviye Camisinin savaştan önceki durumu

Bosra ikibin yıl önce Roma tarafından fethedilmiş, 634’te Araplarca işgal edilmiş bir kent. Burada gezdiğimiz duvarları hala sağlam, ama çatısı yıkılmış eski bir kilisede, vaktiyle Muhammed Mustafa’nın papazlarla dini konuları tartıştığı söylendi. Kentteki en görkemli yapı, Romalılardan kalma, yaklaşık 1500 yıllık tiyatro. Roma tiyatrolarına özgü dik basamaklı tiyatro. Savaşlardan zarar görmemesi için, tiyatronun etrafına vaktiyle Selahaddin Eyyubi tarafından kale-şehir inşa edilmiş.


Bosra: Muhammed'in papazlarla tartışmalar yaptığı kilise kalıntısı
Bosra: Roma tiyatroso
Kanavat: Dürzi köyünde bir Suriyeli


Bosra’dan sonra geçtiğimiz Kanavat’taki dürzi köyünde Suriye’nin bambaşka bir yüzünü gördük. Dürzilik, müslümanlık, hristiyanlık ve museviliğin bir karışımı gibi görülen ve tek-tanrıcı bir inanç. Köyde gördüğüm şey, insanların daha güler yüzlü ve kadınların daha az geri planda olmasıydı. Dürziler kapalı bir toplum. Gençlerin diğer dinlere inananlarla evlenmesini yasaklıyor. Bu nedenle de sayılarının gittikçe azaldığı söyleniyor. 



Kanavat: Dürzi köyünde baba-oğul



O akşam Şam’a döndük ve sabah erkenden, gezinin en ilgimi çeken destinasyonuna doğru yola çıktık: Palmira. Palmira, 4000 yıllık tarihe sahip bir kültürel ve dinsel merkez. Birinci yüzyılda Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve Fenikeliler’in arasında yer alan, Roma’nın kontrolünde bir kent olan Palmira, daha sonra bölgeye Aramiler’in de yerleşmesiyle, çok kültürlü bir kent olmuş. Kent, zamanla Yunan, Roma, Bizans, Pers, Sasani vb uygarlıkları barındırmış, kendi bağımsızlığı için sürekli mücadele etmek zorunda kalmış. Bunun en etkileyici örneği de Kraliçe Zenobia’nın mücadelesi. 
Şam: Tren Garı
Zenobia, 240 yılında doğmuş. Daha küçük bir çocukken, bir gün, kentin valisi olan babasının, Romalı yetkili tarafından azarlanıp hor görülmesinden etkilenerek, Romalılarla mücadeleye ve ülkesine bağımsızlık kazandırmaya yemin etmiş. Babasının Yunanlı, annesinin Mısırlı olmasının ve çok kültürlü bir ortamda yetişmesinin etkisiyle, çok iyi bir dil ve tarih eğitimi almış. Başlıca zevkleri avcılık ve eğlence hayatıymış. 258 yılında Romalı kral ile evlenmiş, kralın ölmesiyle de Palmira’nın tek hakimi durumuna gelmiş. Zenobia, kraliçe olduktan sonra, askerleriyle birlikte at binerek, sınırlarını Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin ve orta Anadolu’ya kadar genişletmiş ve Roma’yı tehdit etmeye başlamış. Ancak, Antakya yakınlarında, Roma ordusuyla çarpışırken, hem de üstün durumdayken, generallerinden birinin ihaneti sonucu esir düşmüş ve Roma’ya götürülmüş ve Palmira Roma egemmenliğine geçmiş. Zenobia ise Roma’da saygın bir hayat sürmekle birlikte, bir rivayete göre, yenilgiyi kabullenemediği için yüzüğündeki zehirle intihar etmiş. 

Palmira: Şam'dan gelirken Bagdat Cafe

Palmira: Zengin aile fertlerinin üst üste defnedildikleri bir kule-mezar örneği

Palmira

Palmira

Palmira’nın ardından Hama’dayız. Hama Asi Irmağı üzerinden su çekmeye yarayan Noria adlı dev su çarklarıyla ünlü bir kent. Bugün Müslüman Kardeşler örgütünün Suriye’deki merkez olan Hama da, iç savaşla birlikte, şu anda harap durumda. Noria’ların akibetiyse meçhul.

Hama: Su çarkları

Hama: Su çarkları

Ebla

Apamea ise gene çok eski, 2300 yıllık ve iyi korunmuş, restore edilmiş bir antik kent. İskender tarafından kurulmuş, sonra Roma’ya bağlanmış. Sağlı sollu yüksek sütunların oluşturduğu taş yol ve agoraıs görmeye değer. Bugün sadece yıkıntıları kalmış Ebla Kalesi’ni gördükten sonra, Halep’teyiz.

Apamea

Apamea

Başkent Halep, ya da A’leppo, hem antik kalıntılara, hem zengin Osmanlı eserlerine sahip. Saint Simeon 380’lerde doğmuş bir köylü. Tanrıya yakın olmak amacıyla 37 yıl boyunca yaklaşık 15 metre yüksekliğinde ve 2 metre çaplı, bir sütun üzerinde yaşamış, çevrede ermiş kişi olarak görüldüğünden sürekli ziyaretçileri ve müritleri olmuş, 459 yılında da ölmüş, 475 yılında da müritleri tarafından anısına, dört basilikadan oluşan ve Istanbul’daki Ayasofya kadar bir alan kaplayan, St Simeon Kilisesi yapılmış. 


Halep: St. Simeon Manastırı

Halep’in içinde, ünlü bir oteli de ziyaret ettik. Hotel Baron. Burası 1909 yılında Suriye’nin ikinci lüks oteli olarak kurulmuş ve birçok ünlü sanatçı ve devlet adamını misafir etmiş. Mustafa Kemal de, Suriye’deki 7. Ordu’ya komutan olarak atandığında, 26 Ağustos 1918’de Halep’e gelmiş ve bir süre Baron Oteli 201 numaralı odada kalmış.

Halep: Atatürk'ün de kaldığı Hotel Baron'un barı

Halep: Hotel Baron

Lattakia ya da Lazkiye yakınlarında Ugarit’e geldik. Dik kayaların yer aldığı geniş bir coğrafya burası. Tapınak Şövalyeleri Kalesi ya da Craz de Chevaliers, bölgenin en önemli eseri. Dünyanın en iyi korunmuş ve restore edilmiş ortaçağ kalelerinden biri burası. Kaleye ilk olarak 1100’lerde Kürtler tarafından yerleşildiği, sonra haçlılarca fethedildiği, 1271’de müslümanlarca ele geçirildiği biliniyor. Kalede, ortaçağdaki yaşam koşullarını, tuvaletler, mutfak, toplantı salonları, koğuşlar görülebiliyor. Ne yazık ki, burası da, kısmen de olsa, hala devam eden iç savaşta bombalanmış durumda. 

Halep: Resafe Kalesi
Halep

Halep: Kale


Ugarit: Krak de Chevaliers Kalesi

Ugarit: Krak de Chevaliers Kalesi




Ma'oula

Ma'oula
Gezinin son gününde Ma’oula’dayız. Ma’loula aramicenin hala konuşulduğu ender bölgelerden biri. Şam’ın kuzeydoğusunda bir hristiyan köyü burası. Ma’oula yüksek ve kayalık bir dağ eteğine kurulmuş. Manastırların yer aldığı önemli bir dini merkez. 

Suriye dünyanın en önemli uygarlık ve kültürel merkezlerinden biri, görülecek çok yer var ve on günlük gezi bana yetmedi bile, ancak Irak, Mısır gibi, burası da “arap baharı” kabusunu yaşıyor ama savaş bitse, güvenlik sağlansa bile, birçok yer bombalandığı için, artık gezilemez duruma geldi. Şanslıyım ki, halen “kaynamakta” olan birçok ortadoğu ülkesini, savaşlardan etkilenmeden gezebildim.

No comments:

Post a Comment