Suriye’ye
beş sene önce, 2008 Nisan’ında, henüz “arap baharı” dedikleri olaylar
başlatılmadan, güzel bir baharda gitmiştim. Bu blogu çok daha sonra açtığım
için izlenimlerimi şimdi aktarabiliyorum. Gerçi buradaki notlarımın, ülke bu
kadar yakılıp yıkıldıktan, her yer tahrip edildikten sonra, hiçbir gezgine
faydası olacağını düşünmüyorum, ama hiç değilse anılarımı not edeyim istedim.
|
Şam: Süleymaniye Külliyesi |
|
Şam: Süleymaniye Külliyesi'nde hoca |
|
Şam şehri |
Şam’da
en etkileyici yerler Arkeoloji Müzesi ve Emeviler Camisi’ydi. Arkeoloji müzesi
Helen, Roma ve Bizans dönemlerinden, bolca da Palmira’dan eserlerle çok zengin
bir müze. Emeviler Camisi de taş, mozaik ve ahşap işçiliğiyle çok güzel bir
yapı. Avlusu da o kadar büyük ki, kadınlar, çocuklar yerlerde oturuyor,
çocuklar oyun oynuyor. Hamidiye Çarşısı, doğunun en güzel kapalı çarşılarından
biri. Istanbul’daki Kapalı Çarşı gibi, dar ara sokaklarıyla birlikte yüzlerce
dükkanın yer aldığı, günlük kullanıma yönelik her türlü yerel geleneksel ürünün
pazarlandığı bir yer. Onlarca çeşit mis kokulu zeytinyağı ve defne sabunları,
parfümler, basma dokumalar, yazmalar, çeşit çeşit baharat, mutfak eşyaları, bir
evde ne gerekiyorsa hepsi var. Ancak, bunlar da artık tarih oldu. Irak’ta
Saddam’ın devrilmesi sırasında Irak Ulusal Müzesi’nde çalınmadık eser
kalmadığına bakılınca, Suriye’deki müzenin 2012 sonlarında başlatılan iç
savaştan sonra ne hale geldiği belli değil tabii. Ayrıca medya haberlerine göre
Emeviler Camisi de, Hamidiye Çarşısı da top tüfek atışlarıyla harabeye
dönmüşler.
|
Şam: Emeviye Camisinin savaştan önceki durumu |
Bosra ikibin yıl önce Roma tarafından fethedilmiş, 634’te Araplarca işgal
edilmiş bir kent. Burada gezdiğimiz duvarları hala sağlam, ama çatısı yıkılmış
eski bir kilisede, vaktiyle Muhammed Mustafa’nın papazlarla dini konuları tartıştığı
söylendi. Kentteki en görkemli yapı, Romalılardan kalma, yaklaşık 1500 yıllık
tiyatro. Roma tiyatrolarına özgü dik basamaklı tiyatro. Savaşlardan zarar görmemesi
için, tiyatronun etrafına vaktiyle Selahaddin Eyyubi tarafından kale-şehir inşa
edilmiş.
|
Bosra: Muhammed'in papazlarla tartışmalar yaptığı kilise kalıntısı |
|
Bosra: Roma tiyatroso |
|
Kanavat: Dürzi köyünde bir Suriyeli |
Bosra’dan
sonra geçtiğimiz Kanavat’taki dürzi köyünde Suriye’nin bambaşka bir yüzünü
gördük. Dürzilik, müslümanlık, hristiyanlık ve museviliğin bir karışımı gibi
görülen ve tek-tanrıcı bir inanç. Köyde gördüğüm şey, insanların daha güler
yüzlü ve kadınların daha az geri planda olmasıydı. Dürziler kapalı bir toplum.
Gençlerin diğer dinlere inananlarla evlenmesini yasaklıyor. Bu nedenle de
sayılarının gittikçe azaldığı söyleniyor.
|
Kanavat: Dürzi köyünde baba-oğul |
O
akşam Şam’a döndük ve sabah erkenden, gezinin en ilgimi çeken destinasyonuna
doğru yola çıktık: Palmira. Palmira, 4000 yıllık tarihe sahip bir kültürel ve
dinsel merkez. Birinci yüzyılda Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve
Fenikeliler’in arasında yer alan, Roma’nın kontrolünde bir kent olan Palmira,
daha sonra bölgeye Aramiler’in de yerleşmesiyle, çok kültürlü bir kent olmuş.
Kent, zamanla Yunan, Roma, Bizans, Pers, Sasani vb uygarlıkları barındırmış,
kendi bağımsızlığı için sürekli mücadele etmek zorunda kalmış. Bunun en
etkileyici örneği de Kraliçe Zenobia’nın mücadelesi.
|
Şam: Tren Garı |
Zenobia,
240 yılında doğmuş. Daha küçük bir çocukken, bir gün, kentin valisi olan
babasının, Romalı yetkili tarafından azarlanıp hor görülmesinden etkilenerek,
Romalılarla mücadeleye ve ülkesine bağımsızlık kazandırmaya yemin etmiş.
Babasının Yunanlı, annesinin Mısırlı olmasının ve çok kültürlü bir ortamda
yetişmesinin etkisiyle, çok iyi bir dil ve tarih eğitimi almış. Başlıca
zevkleri avcılık ve eğlence hayatıymış. 258 yılında Romalı kral ile evlenmiş,
kralın ölmesiyle de Palmira’nın tek hakimi durumuna gelmiş. Zenobia, kraliçe
olduktan sonra, askerleriyle birlikte at binerek, sınırlarını Mısır, Suriye,
Lübnan, Filistin ve orta Anadolu’ya kadar genişletmiş ve Roma’yı tehdit etmeye
başlamış. Ancak, Antakya yakınlarında, Roma ordusuyla çarpışırken, hem de üstün
durumdayken, generallerinden birinin ihaneti sonucu esir düşmüş ve Roma’ya
götürülmüş ve Palmira Roma egemmenliğine geçmiş. Zenobia ise Roma’da saygın bir
hayat sürmekle birlikte, bir rivayete göre, yenilgiyi kabullenemediği için
yüzüğündeki zehirle intihar etmiş.
|
Palmira: Şam'dan gelirken Bagdat Cafe |
|
Palmira: Zengin aile fertlerinin üst üste defnedildikleri bir kule-mezar örneği |
|
Palmira |
|
Palmira |
Palmira’nın ardından Hama’dayız. Hama Asi Irmağı üzerinden su çekmeye yarayan Noria adlı dev su çarklarıyla ünlü bir kent. Bugün Müslüman Kardeşler örgütünün Suriye’deki merkez olan Hama da, iç savaşla birlikte, şu anda harap durumda. Noria’ların akibetiyse meçhul.
|
Hama: Su çarkları |
|
Hama: Su çarkları |
Apamea
ise gene çok eski, 2300 yıllık ve iyi korunmuş, restore edilmiş bir antik kent.
İskender tarafından kurulmuş, sonra Roma’ya bağlanmış. Sağlı sollu yüksek
sütunların oluşturduğu taş yol ve agoraıs görmeye değer. Bugün sadece
yıkıntıları kalmış Ebla Kalesi’ni gördükten sonra, Halep’teyiz.
|
Apamea |
|
Apamea |
Başkent
Halep, ya da A’leppo, hem antik kalıntılara, hem zengin Osmanlı eserlerine
sahip. Saint Simeon 380’lerde doğmuş bir köylü. Tanrıya yakın olmak amacıyla 37
yıl boyunca yaklaşık 15 metre yüksekliğinde ve 2 metre çaplı, bir sütun
üzerinde yaşamış, çevrede ermiş kişi olarak görüldüğünden sürekli ziyaretçileri
ve müritleri olmuş, 459 yılında da ölmüş, 475 yılında da müritleri tarafından anısına,
dört basilikadan oluşan ve Istanbul’daki Ayasofya kadar bir alan kaplayan, St
Simeon Kilisesi yapılmış.
|
Halep: St. Simeon Manastırı |
Halep’in
içinde, ünlü bir oteli de ziyaret ettik. Hotel Baron. Burası 1909 yılında
Suriye’nin ikinci lüks oteli olarak kurulmuş ve birçok ünlü sanatçı ve devlet
adamını misafir etmiş. Mustafa Kemal de, Suriye’deki 7. Ordu’ya komutan olarak
atandığında, 26 Ağustos 1918’de Halep’e gelmiş ve bir süre Baron Oteli 201
numaralı odada kalmış.
|
Halep: Atatürk'ün de kaldığı Hotel Baron'un barı |
|
Halep: Hotel Baron |
Lattakia
ya da Lazkiye yakınlarında Ugarit’e geldik. Dik kayaların yer aldığı geniş bir
coğrafya burası. Tapınak Şövalyeleri Kalesi ya da Craz de Chevaliers, bölgenin
en önemli eseri. Dünyanın en iyi korunmuş ve restore edilmiş ortaçağ
kalelerinden biri burası. Kaleye ilk olarak 1100’lerde Kürtler tarafından
yerleşildiği, sonra haçlılarca fethedildiği, 1271’de müslümanlarca ele
geçirildiği biliniyor. Kalede, ortaçağdaki yaşam koşullarını, tuvaletler,
mutfak, toplantı salonları, koğuşlar görülebiliyor. Ne yazık ki, burası da,
kısmen de olsa, hala devam eden iç savaşta bombalanmış durumda.
|
Halep: Resafe Kalesi |
|
Halep |
|
Halep: Kale |
|
Ugarit: Krak de Chevaliers Kalesi |
|
Ugarit: Krak de Chevaliers Kalesi |
|
Ma'oula |
|
Ma'oula |
Gezinin son gününde Ma’oula’dayız. Ma’loula aramicenin hala konuşulduğu ender bölgelerden biri. Şam’ın kuzeydoğusunda bir hristiyan köyü burası. Ma’oula yüksek ve kayalık bir dağ eteğine kurulmuş. Manastırların yer aldığı önemli bir dini merkez.
Suriye
dünyanın en önemli uygarlık ve kültürel merkezlerinden biri, görülecek çok yer
var ve on günlük gezi bana yetmedi bile, ancak Irak, Mısır gibi, burası da
“arap baharı” kabusunu yaşıyor ama savaş bitse, güvenlik sağlansa bile, birçok
yer bombalandığı için, artık gezilemez duruma geldi. Şanslıyım ki, halen
“kaynamakta” olan birçok ortadoğu ülkesini, savaşlardan etkilenmeden
gezebildim.
No comments:
Post a Comment