Nubyalı Kayıkçı |
Mısır’a 30 Ocak
2011’de gidecektim, son gün haber geldi, gezi “arap baharı” nedeniyle iptal
edilmişti. Gençler ayaklanmıştı, demokrasi istiyorlardı, iş, özgürlük
istiyorlardı. Tahrir Meydanı’na direniş çadırları kurmuşlardı. Mübarek’in
polisi birçok yurttaşını öldürmüştü, muhalefet tüm ülkede yaygınlaşmıştı, ama
başkaldıranlar sadece gençler değildi, gösterilere karışmasalar da, Müslüman
Kardeşler de kuytuda bekliyordu... Sonra Mübarek devrildi, önce onun askerleri geçici bir hükümet kurdu, sonra seçimler
yapıldı ve cumhurbaşkanlığına Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi seçildi.
Böylece gençlerin, aydınların yeşerttiği “arap baharı”, “şeriat baharı”na
dönüştü! Sonra iki yıl geçti. Bu kez Mursi polislik yapmaya başladı.
Kendisinden olmayanları yok saydı. İktidara gelmesinin yolunu açan gençleri
hiçe saydı. Gençler gene ayaklandı. Gene mitingler, gösteriler, protestolar,
sonra yine yüzlerce ölüm... Sonra ordu bu duruma da sessiz kalamadı ve kez de
Mursi devrildi. Şimdi ise gene karışık ortalık ve yakın zamanda da düzeleceği
yok.
Nil Kıyıları |
Şansım varmış,
ben Mısır’a, ülke şimdiki kadar karışık değilken, Mart 2013’te, son iki iktidar
değişikliğinin arasında gidebildim. Aslında bu da riskli bir geziydi, çünkü Mübarek’in
devrilmesinin üstünden tam iki yıl geçmesine rağmen, Mursi yönetimi özgürlükçü
kitlenin taleplerini karşılayamadığı için ayaklanmalar, gösteriler devam
ediyordu. Bu yüzden, bir haftalık gezide çok zengin bir kültür mirasıyla
karşılaşmanın şaşkınlığını yaşamakla beraber, olaylarda onlarca kişinin
öldürülmesiyle, biraz da endişeli günler geçirdim.
Geziyi büyük ölçüde bir cruise'la yaptık. Nil kıyılarından geçerken iPod'umdan sürekli "Banks of the Nile"ı dinledim. 19. yüzyılın "üzerinde güneşin batmadığı" imparatorluğu, Büyük Britanya'dan Mısır'a sefere giden İngiliz donanmasındaki askerlerin sevgililerinden ayrılış hikayesini anlatan geleneksel bir şarkı bu. Aşağıya da müziğini ekliyorum.
Geziyi büyük ölçüde bir cruise'la yaptık. Nil kıyılarından geçerken iPod'umdan sürekli "Banks of the Nile"ı dinledim. 19. yüzyılın "üzerinde güneşin batmadığı" imparatorluğu, Büyük Britanya'dan Mısır'a sefere giden İngiliz donanmasındaki askerlerin sevgililerinden ayrılış hikayesini anlatan geleneksel bir şarkı bu. Aşağıya da müziğini ekliyorum.
Heliopolis'e İnerken |
Uçağımız sabah
erkenden Kahire yakınlarındaki Heliopolis Havalimanı’na indi. Antik Yunanca’da
helio “güneş, Heliopolis “güneş kenti” demek. Antik Mısır dilinde de “ra”,
“güneş” demek, ki güneş tanrısı, antik Mısır’ın en önemli tanrısı.
Heliopolis’ten otobüsle Kahire’ye gittik. Kahire 20 milyon nüfusuyla dünyanın
beşinci büyük kenti. Kent alanı da çok geniş. Yapılaşma ise berbat. Uçaktan
inerken gördüğüm Kahire, sarı, kum renginde, neredeyse hiç yeşili olmayan bir
şehirdi. Zaten gezi boyunca gördüm ki, Nil kıyıları dışında, yeşili olmayan bir
ülke Mısır. Nedense apartmanların çoğu da sıvasız olarak bırakılmış!
Kahire: Ölüler Şehri |
Kahire’de ilk gün
2 milyon nüfuslu Ölüler Şehri’nin önünden geçerek Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camisi’ne
geldik. Cami 19. yüzyılda Kahire Kalesi’nin içinde yapılmış. Kalenin tarihi ise
2. yüzyıla uzanıyor. Dışarıdan
olmasa da, içerisi gösterişli bir cami. Aslında benim için Ölüler Şehri daha
ilginç görünmüştü, ama güvensiz olduğu için gezemedik. Ölüler Şehri, Kahire
içinde, Memluk sultanlarına ait mezarların da yer aldığı 250.000 kadar insanın
yaşadığı bir bölge. İnsanlar burada mezar yapılarının içinde veya kendi
yaptıkları basit konutlarda, belediye hizmetlerinden yoksun şekilde, sefalet
içinde yaşıyorlar. Suç örgütleri bölgeye hakim olduğu için içeride gezmek tehlikeli,
fakat dönüş yolunda uygun bir yerde durup fotograf çekebildik. Dönüşte hemen
hava limanına gidip Luxor’a uçtuk.
Luxor: Memnon Tapınağı |
Luxor’da Krallar
Vadisi’ne giderken yolda Memnon Tapınağı’nı gördük. İki heykelden oluşan
tapınak Firavun III. Amenhotep’i, ölüm öncesinde ve sonrasında korumak
inancıyla İÖ 1350’de yapılmış. Heykeller biraz zarar görmüş ama, bunda, birçok
heykelin kumtaşından yapılmış olması da etkili. Heykellerin biraz ilerisinde de
bölgeyi gökyüzünden görmek amacıyla havalandırılan 4-5 balon gördük. Önce,
keşke bizim programımızda da balon gezisi olsaydı dedik ama, Istanbul’a
döndükten birkaç gün sonra orada bir balon kazası olduğunu, balonun alev alarak
yere çakılmasıyla onlarca kişinin öldüğünü öğrendik.
Balonları geride
bırakıp Krallar Vadisi’ne geldik. Krallar Vadisi Mısır’a İÖ 1600-İÖ 1100
arasında hükmetmiş onlarca firavunun
mezarları yer alıyor. Yasak olduğu için mezarlarda fotograf çekemedim,
oysa çekecek öyle çok şey vardı ki! Biz Tutankhamon, II. Ramses, III. Ramses ve
IV. Ramses’in mezar yapılarını gezdik. Mezarlar 10-15 derece eğimli tüneller
şeklinde inşa edilmiş, 7-8 metre genişlikteki kapılardan giriliyor ve 40-50
metre kadar uzunlukta. Tünelin sonunda firavunun mezarı var. Tünellerin girişinden
sonuna kadar duvarlar ve tavanlar hiyeroglif yazılarla, resimlerle süslü.
Kısmen restore edilmiş olsalar da iyi korunmuş eserler.
Krallar
Vadisi’nden sonra girdiğimiz İşçiler Vadisi’nde ise firavun mezarlarında ve piramitlerde çalışan
işçilerin mezarları var. Girdiğimiz iki mezar çok daha küçük olmakla birlikte,
daha süslemeli kalıntılar.
Luxor: Hatşeptut Tapınağı |
Luxor’da öyle çok
tarihi yapı var ki... Öğleden sonra Hatşeptut Tapınağı’ndayız. Hatşeptut İÖ
1450’lerde 22 yıl iktidarda kalan
kadın firavun. Hatşeptut kraliçe olduktan sonra, geleneklere bağlı
kalarak kral gibi giyinmiş ve takma sakal takmış.
Luxor Tapınağı |
Luxor Tapınağı |
Akşam Luxor
Tapınağı gezisi, sonra da tapınakta ses ve ışık gösterisi var. Luxor Tapınağı
şehrin içinde ve çok görkemli bir kompleks. Tapınağın Nil kıyılarında İÖ 1400’lerde
yapıldığı, II. Ramses tarafından tamamlandığı, sonraki firavunlarca da bazı
eklenti ve değişiklikler yapıldığı biliniyor.
Karnak Tapınağı |
Sırada Karnak
Tapınağı var. Karnak Tapınağı, yapımı 2000 yıldan fazla sürmüş, Mısır’ın en
büyük tapınak kompleksi. İçinde birçok firavundan izler bulunuyor. Her iki
tapınakta da yüzlerce sütün ve heykel var. Sütunlar 25-30 metre boylarında, 3-4
metre çaplarında, ayrıca sütunların tepelerinde de, birbirine bağlayan kemerler
var. Bu yapıların binlerce yıl öncesinin teknolojisiyle inşa edilmiş olması
hayret verici.
Nil Tüccarları |
Ertesi gün Nil’de
Edfu’ya doğru giderken birden Nil satıcıları beliriyor. Nil üzerinde turist taşımacılığı
çok olduğu için satıcılar kayıklarına doldurdukları yerel dokumalarla gemilerin
peşine takılıyor, bağırarak turistlerle pazarlık yapıyorlar ve satmak
istedikleri dokumaları kayıktan 25-30 metre yukarıya fırlatarak satış yapmaya
çalışıyorlar, turistler de paralarını veya almadıkları parçaları naylon torbalara koyup aşağı
bırakıyorlardı. Kayıkçılar tek bir eşarp satabilmek için en az on eşarp
fırlatırken hiç hedef şaşırmıyorlardı!
Edfu Tapınağı |
Edfu Çarşısı |
Çarşamba günü
Luxor’un ardından ikinci büyük tapınak olan Edfu’dayız. Edfu Tapınağı şahin
tanrı Horus’un onuruna İÖ 57-237 arasında yapılmış. Duvarlardaki yazıların
yaşanmakta olan Greco-Romen döneme, inşaatın yapım sürecine ve mitolojiye ilişkin önemli bilgiler
verdiği söyleniyor.
Kom Ombo Tapınağı |
Horus onuruna
yapılan bir tapınak daha var Edfu’da: Kom Ombo Tapınağı. Aslında burası hem
şahin-tanrı Horus, hem de timsah-tanrı Sobek adına yapılmış. Roma dönemine ait
bir yapı. Yapımına İÖ 180’lerde başlandığı tahmin ediliyor. Simetrik
ölçülerdeki tapınağın güney tarafı Sobek’e, kuzeyi Horus’a adanmış. Nil
kıyısında bulunan tapınak, zamanla, akıntıların ne su taşmalarının etkisiyle
kısmen tahrip olsa da, görkemli yapısını koruyor. Tapınağın yan tarafında da
300 kadar mumyalanmış timsahın ve birçok antik timsah heykelinin sergilendiği
müze var.
Ebu Simbel: Philae Tapınağı |
Ebu Simbel: Philae Tapınağı |
Cuma... Bu kez,
“çikolata renkli insanların ülkesi” Nubya’da, Nubyalı bir kayıkçıyla, yerinden
olduğu gibi taşınan çok büyük bir tapınak kompleksine gidiyoruz: Philae
Tapınağı. Philae Tapınağı Nil nehrinin içinde, fildişi ticaretiyle ünlü Philae
adasında, Tanrı Osiris’in karısı ve Horus’un annesi büyücü Tanrıça İsis için İÖ
300’lerde yapılmış, ancak tapınak, 20. yüzyılda Assuan Barajı’nın inşası
sırasında sular altında kalacağı için, 1960-70 arasında Unesco projesiyle,
Agilkia adası kıyısında güvenli bir alana taşınmış.
Papirus Yapımı |
Tapınak dönüşü,
Assuan’da papirus üzerine resim satan bir mağazada papirüs yapımını
öğreniyoruz. Papirus, saz gibi, sapları lif lif bir su bitkisi. Kağıt yapımı
için papirusun kabukları soyulduktan sonra şeritler halinde lif lif kesiliyor,
kesilen parçalar suda bekletilip yumuşatılıyor ve bir başka kağıdın arasına
örgü biçiminde, bir sıra yatay, bir sıra dikey olmak üzere dizilip, üzeri
tekrar bir tabaka kağıtla kapatılarak presleniyor. Kuruduğu zaman, papirus
kullanıma hazır. Antik çağda Mısırlılar papirusu sadece yazı için değil,
yelken, hasır ve bez olarak da kullanmışlar. Bu arada İngilizce’de kağıt
anlamına gelen “paper”ın ve bizdeki “papel”in papirus kökenli olabileceği de
ileri sürülüyor.
Edfu'da II. Ramses Tapınağı |
Öğleden sonra,
Nubya’daki Ebu Simbel Tapınağı’ndayız. Ebu Simbel Tapınağı II. Ramses
tarafından, Kadeş Savaşı’nda aldığı zafer onuruna, kendisi ve eşi Nefertiti
adına İÖ 13. yüzyılda, bir dağ eteğinde iki devasa kayanın içi oyularak
yapılmış. Ancak tapınak, Assuan Barajı’nın inşası sırasında su altında
kalacağından, 1963’de, gene bir Unesco projesiyle parçalara ayrılarak orijinal
haliyle bugünkü yerine taşınmış.
Tapınak çıkışında
Kahire’ye dönüyoruz ve akşam yerel bir lokantada yemeğe gidiyoruz. 25 Mart
gecesi ve Mısır “devrimi”nin, ya da eski başkan Mübarek’in devrilişinin 2.
yıldönümü. Ancak Mübarek’i devirenler Mursi yönetimi gibi bir şey
amaçlamadıkları için, Tahrir’e yaklaştıkça kalabalıkların arttığı görülüyor.
Zaten Tahrir’e 3-4 kilometre uzaklıkta olan otelden çıkarken yolların ve
gideceğimiz bölgenin güvenli olmadığı söylenmiş, o yüzden otobüsün rotası
değiştirilmişti. Ona rağmen, kalabalık ve öfkeli sokaklardan geçerek,
Beyoğlu’ndaki Asmalı Mescit’e benzer bir semte ve lokantaya girdik. Tahrir
Meydanı kaynamakla birlikte, Tahrir’e açılan ara sokaklarda gençler lokantaların
önündeki masalarda oturmuş bira içiyorlar, sohbet ediyorlardı. Biz gece saat
12’ye doğru, Mısır’a özgü bakla köftesi ve birkaç mezeyi bitirip, ki doğrusu
yerel yemekler masaya geldikçe Türk mutfağını aramamak elde değildi, lokandadan
kalktığımızda, sokaklar biber gazı kokmaya başlamıştı. Anlaşılan Tahrir’de
büyük protestolar vardı ve Mursi’nin polisleri protestoculara saldırıyor, onlar
da bizimki dahil, ara sokaklardan kaçmaya çalışıyorlardı. O kargaşada,
otobüsümüzün park yerine gitmemiz
mümkün olmadığı için, bir miktar da Mısır biber gazı yiyerek, sivil polislerin
yol göstermesiyle oradan uzaklaştırıldık ve daha sonra otele dönebildik. Zaten
daha o gece anlaşılmıştı ki, Mursi de kalıcı değildi!
Kahire: Tahrir'e Açılan Sokaklardaki Protesto Eylemleri |
Maceralı gecenin
ardından, son günümüzün sabahı, önce Kıpti Mahallesi’ne gittik. Kıptiler
Mısır’ın eski halkı. Kıptiler, İskender’in Mısır’ı almasından sonra Helen
kültürüne yakınlaşmışlar, Roma döneminde de hristiyanlığa yönelmişler.
Kıptilere Osmanlı döneminde ise dini baskı yapılmamış, sadece vergiye
bağlanmışlar. Bugün Mısır’da 7 milyon kadar Kıpti olduğu söyleniyor ve
genellikle müslümanlardan izole biçimde yaşıyorlar. Kıptiler Mübarek döneminde
dini baskı görmeden yaşıyorlar, kiliselerinde ibadet edebiliyorlardı, ancak
bundan sonra neler yaşayacakları belirsiz.
Kahire
Müzesi’nden fazla söz edemiyorum, çünkü, en azından fotograf çekemedim, ama
müze olağanüstü zengin. 120.000 parça eser varmış serginenen. Tutankhamon’un
mezarından çıkan eserler inanılır gibi değildi. Binlerce sene öncesinin el işi
sanatlarından bir örnek yazayım, Tutankhamon’un boynundaki kolyede 1 mm çapında
yüzlerce, belki binlerce renkli taştan boncukla yapılan kolyeler vardı. O
taşların nasıl aynı ebatta yontularak boncuklar haline getirilip, tel-ipten
geçirmek üzere ortalarından delindiğini çözemedim. Müzede günler
geçirilebilirdi ama zaman kısıtlıydı, iki saat içinde ayrılmak zorunda kaldık.
Sırada gezinin
zirvesi piramitler var. Daha Istanbul’dan ayrılırken iPod’umu hazırlamıştım,
piramitlerin karşısında “Dark Side of the Moon” dinleyecektim. Plağın kapağında
ışığın bir prizmadan geçerken kırılarak ışık tayfı yaratması resmedilirken, içindeki
posterde de Mısır piramitlerinin ay ışığında mavi filtreyle çekilmiş çok güzel
bir fotografı vardı. Piramitlere giderken ona benzer bir görüntü bekliyordum,
ama hayal kırıklığı yaşadım. Otobüse binip Kahire’nin çirkin yapılarının
arasından arasından piramitleri görünce şaşırdım. Şehir öyle plansız ve çirkin
büyümüş ki, adeta piramitlerin dibinde apartmanları görebiliyorsunuz! Etrafın
pis ve bakımsız olması da ayrı! Otobüsten inince ise satıcılar üç-beş dolarlık
hediyelik eşyalar satabilmek için, gitmek bilmemecesine yakanıza yapışıyor ve
böylesine ihtişamlı anıtların hiçbir etkileyiciliğini bırakmıyorlar! Oysa
mesela Floransa’da Duomo’nun karşısında oturup saatlerce o muhteşem eseri
seyredebilirsiniz ve hiç kimse de sizi rahatsız etmez. Burada ise, o da ancak
beş dakikalığına olsun, uzakta kuytu bir köşe bulup, Giza piramitlerini ve
sfenksi seyretmenin yolunu arıyorsunuz.
Piramitler |
Giza platosundaki
piramitler Keops (ya da Khufu), Kefren, Mikerinos ve bunlara ait birkaç küçük
piramitten oluşan bir kompleks. Bunların en eskisi, 146 metre yüksekliğindeki Keops
İÖ 2500’lerde yapılmış. Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen
piramit, bu. Piramitlerin nasıl yapıldığı hala sır. İnsan üç-dört bin sene önce
o geometrik dengenin nasıl tutturulduğuna, her biri tonlarca olan taş blokların
onca yüksekliğe nasıl taşındığına hayret ediyor. Gerçi piramitlerin uzaylılarca
değil, insan gücüyle yapıldığı genel kabul görüyor artık. En azından
piramitlerin yakınında bulunan mezarlıklarda omurgaları deforme olmuş ve genç
yaşta ölmüş bir sürü insan iskeleti bulunmuş. Ama gene de, o dev yapıların
insan elinden çıkmış olması inanılır gibi değil!
Sfenks |
No comments:
Post a Comment