Tuesday, September 3, 2013

Mısır


Nubyalı Kayıkçı





Mısır’a 30 Ocak 2011’de gidecektim, son gün haber geldi, gezi “arap baharı” nedeniyle iptal edilmişti. Gençler ayaklanmıştı, demokrasi istiyorlardı, iş, özgürlük istiyorlardı. Tahrir Meydanı’na direniş çadırları kurmuşlardı. Mübarek’in polisi birçok yurttaşını öldürmüştü, muhalefet tüm ülkede yaygınlaşmıştı, ama başkaldıranlar sadece gençler değildi, gösterilere karışmasalar da, Müslüman Kardeşler de kuytuda bekliyordu... Sonra Mübarek devrildi, önce onun askerleri  geçici bir hükümet kurdu, sonra seçimler yapıldı ve cumhurbaşkanlığına Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi seçildi. Böylece gençlerin, aydınların yeşerttiği “arap baharı”, “şeriat baharı”na dönüştü! Sonra iki yıl geçti. Bu kez Mursi polislik yapmaya başladı. Kendisinden olmayanları yok saydı. İktidara gelmesinin yolunu açan gençleri hiçe saydı. Gençler gene ayaklandı. Gene mitingler, gösteriler, protestolar, sonra yine yüzlerce ölüm... Sonra ordu bu duruma da sessiz kalamadı ve kez de Mursi devrildi. Şimdi ise gene karışık ortalık ve yakın zamanda da düzeleceği yok.

Nil Kıyıları
Şansım varmış, ben Mısır’a, ülke şimdiki kadar karışık değilken, Mart 2013’te, son iki iktidar değişikliğinin arasında gidebildim. Aslında bu da riskli bir geziydi, çünkü Mübarek’in devrilmesinin üstünden tam iki yıl geçmesine rağmen, Mursi yönetimi özgürlükçü kitlenin taleplerini karşılayamadığı için ayaklanmalar, gösteriler devam ediyordu. Bu yüzden, bir haftalık gezide çok zengin bir kültür mirasıyla karşılaşmanın şaşkınlığını yaşamakla beraber, olaylarda onlarca kişinin öldürülmesiyle, biraz da endişeli günler geçirdim. 



Geziyi büyük ölçüde bir cruise'la yaptık. Nil kıyılarından geçerken iPod'umdan sürekli "Banks of the Nile"ı dinledim. 19. yüzyılın "üzerinde güneşin batmadığı" imparatorluğu, Büyük Britanya'dan Mısır'a sefere giden İngiliz donanmasındaki askerlerin sevgililerinden ayrılış hikayesini anlatan geleneksel bir şarkı bu. Aşağıya da müziğini ekliyorum.


Heliopolis'e İnerken
Uçağımız sabah erkenden Kahire yakınlarındaki Heliopolis Havalimanı’na indi. Antik Yunanca’da helio “güneş, Heliopolis “güneş kenti” demek. Antik Mısır dilinde de “ra”, “güneş” demek, ki güneş tanrısı, antik Mısır’ın en önemli tanrısı. Heliopolis’ten otobüsle Kahire’ye gittik. Kahire 20 milyon nüfusuyla dünyanın beşinci büyük kenti. Kent alanı da çok geniş. Yapılaşma ise berbat. Uçaktan inerken gördüğüm Kahire, sarı, kum renginde, neredeyse hiç yeşili olmayan bir şehirdi. Zaten gezi boyunca gördüm ki, Nil kıyıları dışında, yeşili olmayan bir ülke Mısır. Nedense apartmanların çoğu da sıvasız olarak bırakılmış!

Kahire: Ölüler Şehri
Kahire’de ilk gün 2 milyon nüfuslu Ölüler Şehri’nin önünden geçerek Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camisi’ne geldik. Cami 19. yüzyılda Kahire Kalesi’nin içinde yapılmış. Kalenin tarihi ise 2. yüzyıla uzanıyor.  Dışarıdan olmasa da, içerisi gösterişli bir cami. Aslında benim için Ölüler Şehri daha ilginç görünmüştü, ama güvensiz olduğu için gezemedik. Ölüler Şehri, Kahire içinde, Memluk sultanlarına ait mezarların da yer aldığı 250.000 kadar insanın yaşadığı bir bölge. İnsanlar burada mezar yapılarının içinde veya kendi yaptıkları basit konutlarda, belediye hizmetlerinden yoksun şekilde, sefalet içinde yaşıyorlar. Suç örgütleri bölgeye hakim olduğu için içeride gezmek tehlikeli, fakat dönüş yolunda uygun bir yerde durup fotograf çekebildik. Dönüşte hemen hava limanına gidip Luxor’a uçtuk.

Luxor: Memnon Tapınağı
Luxor’da Krallar Vadisi’ne giderken yolda Memnon Tapınağı’nı gördük. İki heykelden oluşan tapınak Firavun III. Amenhotep’i, ölüm öncesinde ve sonrasında korumak inancıyla İÖ 1350’de yapılmış. Heykeller biraz zarar görmüş ama, bunda, birçok heykelin kumtaşından yapılmış olması da etkili. Heykellerin biraz ilerisinde de bölgeyi gökyüzünden görmek amacıyla havalandırılan 4-5 balon gördük. Önce, keşke bizim programımızda da balon gezisi olsaydı dedik ama, Istanbul’a döndükten birkaç gün sonra orada bir balon kazası olduğunu, balonun alev alarak yere çakılmasıyla onlarca kişinin öldüğünü öğrendik.

Balonları geride bırakıp Krallar Vadisi’ne geldik. Krallar Vadisi Mısır’a İÖ 1600-İÖ 1100 arasında hükmetmiş onlarca firavunun  mezarları yer alıyor. Yasak olduğu için mezarlarda fotograf çekemedim, oysa çekecek öyle çok şey vardı ki! Biz Tutankhamon, II. Ramses, III. Ramses ve IV. Ramses’in mezar yapılarını gezdik. Mezarlar 10-15 derece eğimli tüneller şeklinde inşa edilmiş, 7-8 metre genişlikteki kapılardan giriliyor ve 40-50 metre kadar uzunlukta. Tünelin sonunda firavunun mezarı var. Tünellerin girişinden sonuna kadar duvarlar ve tavanlar hiyeroglif yazılarla, resimlerle süslü. Kısmen restore edilmiş olsalar da iyi korunmuş eserler.

Krallar Vadisi’nden sonra girdiğimiz İşçiler Vadisi’nde ise firavun  mezarlarında ve piramitlerde çalışan işçilerin mezarları var. Girdiğimiz iki mezar çok daha küçük olmakla birlikte, daha süslemeli kalıntılar.

Luxor: Hatşeptut Tapınağı
Luxor’da öyle çok tarihi yapı var ki... Öğleden sonra Hatşeptut Tapınağı’ndayız. Hatşeptut İÖ 1450’lerde 22 yıl iktidarda kalan  kadın firavun. Hatşeptut kraliçe olduktan sonra, geleneklere bağlı kalarak kral gibi giyinmiş ve takma sakal takmış.

Luxor Tapınağı
Luxor Tapınağı
Akşam Luxor Tapınağı gezisi, sonra da tapınakta ses ve ışık gösterisi var. Luxor Tapınağı şehrin içinde ve çok görkemli bir kompleks. Tapınağın Nil kıyılarında İÖ 1400’lerde yapıldığı, II. Ramses tarafından tamamlandığı, sonraki firavunlarca da bazı eklenti ve değişiklikler yapıldığı biliniyor.

Karnak Tapınağı
Sırada Karnak Tapınağı var. Karnak Tapınağı, yapımı 2000 yıldan fazla sürmüş, Mısır’ın en büyük tapınak kompleksi. İçinde birçok firavundan izler bulunuyor. Her iki tapınakta da yüzlerce sütün ve heykel var. Sütunlar 25-30 metre boylarında, 3-4 metre çaplarında, ayrıca sütunların tepelerinde de, birbirine bağlayan kemerler var. Bu yapıların binlerce yıl öncesinin teknolojisiyle inşa edilmiş olması hayret verici.

Nil Tüccarları
Ertesi gün Nil’de Edfu’ya doğru giderken birden Nil satıcıları beliriyor. Nil üzerinde turist taşımacılığı çok olduğu için satıcılar kayıklarına doldurdukları yerel dokumalarla gemilerin peşine takılıyor, bağırarak turistlerle pazarlık yapıyorlar ve satmak istedikleri dokumaları kayıktan 25-30 metre yukarıya fırlatarak satış yapmaya çalışıyorlar, turistler de paralarını veya almadıkları  parçaları naylon torbalara koyup aşağı bırakıyorlardı. Kayıkçılar tek bir eşarp satabilmek için en az on eşarp fırlatırken hiç hedef şaşırmıyorlardı!

Edfu Tapınağı
Edfu Çarşısı
Çarşamba günü Luxor’un ardından ikinci büyük tapınak olan Edfu’dayız. Edfu Tapınağı şahin tanrı Horus’un onuruna İÖ 57-237 arasında yapılmış. Duvarlardaki yazıların yaşanmakta olan Greco-Romen döneme, inşaatın yapım sürecine ve  mitolojiye ilişkin önemli bilgiler verdiği söyleniyor.

Kom Ombo Tapınağı
Horus onuruna yapılan bir tapınak daha var Edfu’da: Kom Ombo Tapınağı. Aslında burası hem şahin-tanrı Horus, hem de timsah-tanrı Sobek adına yapılmış. Roma dönemine ait bir yapı. Yapımına İÖ 180’lerde başlandığı tahmin ediliyor. Simetrik ölçülerdeki tapınağın güney tarafı Sobek’e, kuzeyi Horus’a adanmış. Nil kıyısında bulunan tapınak, zamanla, akıntıların ne su taşmalarının etkisiyle kısmen tahrip olsa da, görkemli yapısını koruyor. Tapınağın yan tarafında da 300 kadar mumyalanmış timsahın ve birçok antik timsah heykelinin sergilendiği müze var.

Ebu Simbel: Philae Tapınağı
Ebu Simbel: Philae Tapınağı
Cuma... Bu kez, “çikolata renkli insanların ülkesi” Nubya’da, Nubyalı bir kayıkçıyla, yerinden olduğu gibi taşınan çok büyük bir tapınak kompleksine gidiyoruz: Philae Tapınağı. Philae Tapınağı Nil nehrinin içinde, fildişi ticaretiyle ünlü Philae adasında, Tanrı Osiris’in karısı ve Horus’un annesi büyücü Tanrıça İsis için İÖ 300’lerde yapılmış, ancak tapınak, 20. yüzyılda Assuan Barajı’nın inşası sırasında sular altında kalacağı için, 1960-70 arasında Unesco projesiyle, Agilkia adası kıyısında güvenli bir alana taşınmış.

Papirus Yapımı
Tapınak dönüşü, Assuan’da papirus üzerine resim satan bir mağazada papirüs yapımını öğreniyoruz. Papirus, saz gibi, sapları lif lif bir su bitkisi. Kağıt yapımı için papirusun kabukları soyulduktan sonra şeritler halinde lif lif kesiliyor, kesilen parçalar suda bekletilip yumuşatılıyor ve bir başka kağıdın arasına örgü biçiminde, bir sıra yatay, bir sıra dikey olmak üzere dizilip, üzeri tekrar bir tabaka kağıtla kapatılarak presleniyor. Kuruduğu zaman, papirus kullanıma hazır. Antik çağda Mısırlılar papirusu sadece yazı için değil, yelken, hasır ve bez olarak da kullanmışlar. Bu arada İngilizce’de kağıt anlamına gelen “paper”ın ve bizdeki “papel”in papirus kökenli olabileceği de ileri sürülüyor.

Edfu'da II. Ramses Tapınağı
Öğleden sonra, Nubya’daki Ebu Simbel Tapınağı’ndayız. Ebu Simbel Tapınağı II. Ramses tarafından, Kadeş Savaşı’nda aldığı zafer onuruna, kendisi ve eşi Nefertiti adına İÖ 13. yüzyılda, bir dağ eteğinde iki devasa kayanın içi oyularak yapılmış. Ancak tapınak, Assuan Barajı’nın inşası sırasında su altında kalacağından, 1963’de, gene bir Unesco projesiyle parçalara ayrılarak orijinal haliyle bugünkü yerine taşınmış.

Tapınak çıkışında Kahire’ye dönüyoruz ve akşam yerel bir lokantada yemeğe gidiyoruz. 25 Mart gecesi ve Mısır “devrimi”nin, ya da eski başkan Mübarek’in devrilişinin 2. yıldönümü. Ancak Mübarek’i devirenler Mursi yönetimi gibi bir şey amaçlamadıkları için, Tahrir’e yaklaştıkça kalabalıkların arttığı görülüyor. Zaten Tahrir’e 3-4 kilometre uzaklıkta olan otelden çıkarken yolların ve gideceğimiz bölgenin güvenli olmadığı söylenmiş, o yüzden otobüsün rotası değiştirilmişti. Ona rağmen, kalabalık ve öfkeli sokaklardan geçerek, Beyoğlu’ndaki Asmalı Mescit’e benzer bir semte ve lokantaya girdik. Tahrir Meydanı kaynamakla birlikte, Tahrir’e açılan ara sokaklarda gençler lokantaların önündeki masalarda oturmuş bira içiyorlar, sohbet ediyorlardı. Biz gece saat 12’ye doğru, Mısır’a özgü bakla köftesi ve birkaç mezeyi bitirip, ki doğrusu yerel yemekler masaya geldikçe Türk mutfağını aramamak elde değildi, lokandadan kalktığımızda, sokaklar biber gazı kokmaya başlamıştı. Anlaşılan Tahrir’de büyük protestolar vardı ve Mursi’nin polisleri protestoculara saldırıyor, onlar da bizimki dahil, ara sokaklardan kaçmaya çalışıyorlardı. O kargaşada, otobüsümüzün park yerine  gitmemiz mümkün olmadığı için, bir miktar da Mısır biber gazı yiyerek, sivil polislerin yol göstermesiyle oradan uzaklaştırıldık ve daha sonra otele dönebildik. Zaten daha o gece anlaşılmıştı ki, Mursi de kalıcı değildi! 

Kahire: Tahrir'e Açılan Sokaklardaki Protesto Eylemleri
Maceralı gecenin ardından, son günümüzün sabahı, önce Kıpti Mahallesi’ne gittik. Kıptiler Mısır’ın eski halkı. Kıptiler, İskender’in Mısır’ı almasından sonra Helen kültürüne yakınlaşmışlar, Roma döneminde de hristiyanlığa yönelmişler. Kıptilere Osmanlı döneminde ise dini baskı yapılmamış, sadece vergiye bağlanmışlar. Bugün Mısır’da 7 milyon kadar Kıpti olduğu söyleniyor ve genellikle müslümanlardan izole biçimde yaşıyorlar. Kıptiler Mübarek döneminde dini baskı görmeden yaşıyorlar, kiliselerinde ibadet edebiliyorlardı, ancak bundan sonra neler yaşayacakları belirsiz.

Kahire Müzesi’nden fazla söz edemiyorum, çünkü, en azından fotograf çekemedim, ama müze olağanüstü zengin. 120.000 parça eser varmış serginenen. Tutankhamon’un mezarından çıkan eserler inanılır gibi değildi. Binlerce sene öncesinin el işi sanatlarından bir örnek yazayım, Tutankhamon’un boynundaki kolyede 1 mm çapında yüzlerce, belki binlerce renkli taştan boncukla yapılan kolyeler vardı. O taşların nasıl aynı ebatta yontularak boncuklar haline getirilip, tel-ipten geçirmek üzere ortalarından delindiğini çözemedim. Müzede günler geçirilebilirdi ama zaman kısıtlıydı, iki saat içinde ayrılmak zorunda kaldık. 

Sırada gezinin zirvesi piramitler var. Daha Istanbul’dan ayrılırken iPod’umu hazırlamıştım, piramitlerin karşısında “Dark Side of the Moon” dinleyecektim. Plağın kapağında ışığın bir prizmadan geçerken kırılarak ışık tayfı yaratması resmedilirken, içindeki posterde de Mısır piramitlerinin ay ışığında mavi filtreyle çekilmiş çok güzel bir fotografı vardı. Piramitlere giderken ona benzer bir görüntü bekliyordum, ama hayal kırıklığı yaşadım. Otobüse binip Kahire’nin çirkin yapılarının arasından arasından piramitleri görünce şaşırdım. Şehir öyle plansız ve çirkin büyümüş ki, adeta piramitlerin dibinde apartmanları görebiliyorsunuz! Etrafın pis ve bakımsız olması da ayrı! Otobüsten inince ise satıcılar üç-beş dolarlık hediyelik eşyalar satabilmek için, gitmek bilmemecesine yakanıza yapışıyor ve böylesine ihtişamlı anıtların hiçbir etkileyiciliğini bırakmıyorlar! Oysa mesela Floransa’da Duomo’nun karşısında oturup saatlerce o muhteşem eseri seyredebilirsiniz ve hiç kimse de sizi rahatsız etmez. Burada ise, o da ancak beş dakikalığına olsun, uzakta kuytu bir köşe bulup, Giza piramitlerini ve sfenksi seyretmenin yolunu arıyorsunuz.

Piramitler
Giza platosundaki piramitler Keops (ya da Khufu), Kefren, Mikerinos ve bunlara ait birkaç küçük piramitten oluşan bir kompleks. Bunların en eskisi, 146 metre yüksekliğindeki Keops İÖ 2500’lerde yapılmış. Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen piramit, bu. Piramitlerin nasıl yapıldığı hala sır. İnsan üç-dört bin sene önce o geometrik dengenin nasıl tutturulduğuna, her biri tonlarca olan taş blokların onca yüksekliğe nasıl taşındığına hayret ediyor. Gerçi piramitlerin uzaylılarca değil, insan gücüyle yapıldığı genel kabul görüyor artık. En azından piramitlerin yakınında bulunan mezarlıklarda omurgaları deforme olmuş ve genç yaşta ölmüş bir sürü insan iskeleti bulunmuş. Ama gene de, o dev yapıların insan elinden çıkmış olması inanılır gibi değil!

Sfenks
Burası gezinin son durağıydı ve geceyi otelde geçirdikten sonra, ertesi sabah erkenden Istanbul’a döndük. Kahire caddelerinde imitasyon firavun heykelleri görülse de, bugünün Mısır’ı ne yazık ki gerçek Mısır, ya da eski Mısır değil. Bugünün Mısır’ı, o eski Mısır’ın yarattığı uygarlığa, sadece turizm geliri sağladığı için değer veriyor, yoksa bugün hakim olan islam kültüründe ne yazık ki eski Mısır uygarlığının yeri yok. Tıpkı bizim, Anadolu’nun eski uygarlıklarını yok sayarak, miras olarak aldığımız topraklardaki Türk ve islam dışındaki hiçbir şeyi kabul etmememiz, Selçuklu’dan başka birşeyi görmememiz gibi. Herhangi bir meydanımızda imitasyon da olsa bir Afrodit heykeli olsaydı, Hitit Güneşi sembollerinin kaldırılması bir tartışma konusu olmasaydı fena mı olurdu. Oysa, mesela Yunan uygarlığı dedikleri şey bizim topraklarımızda, Ege’de, İyonya’da yeşermiş. Ama ne gam! Bugünün Mısır’ı da öyle. Her ne kadar bazı büyük caddelerde yer yer firavun heykelleri görülse de, kültürel olarak antik Mısır’a sahip çıkıyorlar mı? Eski Mısır’ı görmeye gelen turistler, beş yıldızlı otellerde bira bile içemiyorlar, çünkü Mısır müslüman ve içki satışı yasak, çünkü içki günah! Sokaklar pis. Halk sefil. Binalar bakımsız, çirkin. Trafik keşmekeş. Satıcılar yapışkan. Ama bunlara rağmen, dünyanın en eski uygarlığının izlerini, tapınakları görmek çok keyifliydi. Üstelik şanslıymışım ki, ucu ucuna da olsa, bu geziyi yapabilmişim. Bundan sonra Mısır ne zaman yeniden turist için güvenilir bir ülke duruma gelir, belirsiz..




No comments:

Post a Comment