|
Kıbrıs'ın koruma altındaki eşekleri çok sevimli |
Kuzey Kıbrıs’a 26 Aralık 2010’da arkadaş grubumuz “komün-ist”le gitmiş, 4 Ocak 2011’de dönmüştük. Kıbrıs aslında ufak bir yer. Deniz tatili yapmıyorsanız, gezecek yerler, çoğu tahrip olduğu için, fazla değil. Ama arkadaş grubuyla gidince ve araya bir de yılbaşı eğlenceleri girince çok keyifli bir gezi oldu. Gezi bir komün-ist organizasyonu olunca, hayatımızda bir ilk, hatta muhtemelen ayni zamanda da son, yaşandı: Uçaktan indik, valizlerimizi aldık, alandan çıktık ve karşımızda upuzun bir limuzin... Tamam, limuzinin uzun birşey olduğunu biliyorum ama, böylesini de görmemiştim! Ne yapalım, girdik, yan ceplerde viski, cin, votka, likör şişeleri... Kumar konusuna sonradan gireceğim ama burada kısaca yazayım: Adada çok sayıda kumarhane ve kara para aklamak için gelen zenginler olduğu için, oteller, müşterilerini limuzinlerle karşılıyormuş. Biz buraya tabii ki kara para aklamak için gelmedik, ayrıca para babası veya mafya lideri de değiliz, ama komün arkadaşlarımızdan birinin bir yakını büyük bir otel sahibi olduğu için, arkadaş kontenjanından, kara para aklamaya gelen zenginler muamelesi gördük. Oysa bilseler... Neyse...
Kıbrıs birçok mitolojik öyküye sahne olan bir ada. Aklıma gelen ilk öykü, Aphrodite’nin Kıbrıs kıyılarında denizin köpüklerinden doğarak, bir istiridye kabuğunun içinde dalgalar üzerinde Ege’ye doğru gidişi... Floransa’da Galleria Degli Uffizi'de gördüğüm Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” tablosu bu öyküyü canlandırıyordu, ki Roma mitolojisinde Aphrodite’nin ismi Venüs olarak değiştirilmiştir.
|
Venüs'ün Doğuşu |
Kıbrıs Mısır, Pers, Babil, Asur, Helen, Roma uygarlıklarının yer aldığı bir toprak. Burada tarih 9000 sene öncesine kadar gidebiliyor. Ada İÖ 58’de Roma yönetimine girmiş, 1191’de Haçlı Seferleri sırasında Arslan Yürekli Richard adaya yerleşmiş, arkasından sırasıyla Templier Şövalyeleri’ne ve Guy de Lusignan’a, 1489’da da Venedikliler’e satılmış. Osmanlılar da Kıbrıs’ı 1571-1878 döneminde yönetmiş, ama daha sonra Britanya’ya kiralamış. Kıbrıs 1960 yılında da bağımsızlığını ilan etmiş. Son olarak, 1974’de ada Kuzey ve Güney olarak fiilen iki parçaya bölündü...
|
Girne'de ara sokaklar 1974 sonrasında Rumların terkettiği, şimdi ise Türklerin yaşadığı şirin evlerle dolu |
Gezi boyunca Girne’de kaldık ve çevreyi araba kiralayarak gezdik. Girne, narenciye bahçeli küçük evlerle dolu ufak bir şehir. Dört katlı apartmanlar, metruk Rum evleri de var, ama gene de şirin bir yer. Kıbrıs’ın ciddi bir ekonomik yatırımı yok, turizm de büyük ölçüde Türkiye’yle sınırlı, ama kumar turizmi oldukça ileri. en azından irili ufaklı çok sayıda kumarhane, ya da “casino” var. Buraya da bol bol Araplar, Ruslar ve İsrailliler geliyor. Ama tabii ki ilk sırada Türkler var. Yapılan iş basit: Kara para aklamak. Küçük otellerin casino’larında sıradan oyun makineleriyle küçük paralarla kumar oynuyor turistler. Esas kalabalık olan yerler 7 yıldızlı Hotel Cratos gibi yerler. Acayip makineler var burada. Koca salonda bir sürü makine.. İnsan kalabalığından yürümek bile zor, sanki Cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde yürüyormuş gibi bir şey... Otel görevlileri salonda isteyenlere ücretsiz içki, yiyecek servisi veriyorlar. Minicik etekli sarışın Rus kızlar büyük kumar müşterilerinin kollarında salınıyor... Casino’nun üst katı otel odaları, bu arada!
|
Girne'de sahil yolu. Sağdaki beyaz yapı benim de kaldığım White Pearl Hotel. |
Girne’de sahil şeridinde çoğu Rum’lardan kalma eski yapılar restore edilerek otel, lokanta yapılmış. Deniz kenarında da Girne Kalesi yer alıyor. Kale 7. yüzyılda Arap akınlarına karşı Bizans tarafından yapılmış, 14. yüzyılda Ceneviz’lilerin, sonra Venedik’lilerin kontrolüne geçmiş, 1570’de de Osmanlı’ya teslim edilmiş.
|
Girne Kalesi |
|
Girne'de Beşparmak Dağları'nın tepesinde St. Hillarion Kalesi |
|
St. Hillarion'dan |
Girne Kalesi kentin içinde, deniz kıyısındayken, Beşparmak Dağları’nın tepesinde, ortaçağdan kalma, çok daha görkemli St Hilarion Kalesi yer alıyor.
|
Girne'de İkon Müzesi'nden İsa |
7. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen St Hilarion Kalesi, Dieu D’Amour adıyla da bilinir. Kale, ismini, burada yaşayan bir azizden almış. Kale Lusignan döneminde geliştirilmiş, 1489’da Venedik’lilerin Kıbrıs’ı ele geçirmesiyle ise boşaltılmış ve terk edilmiş. St Hilarion üç bölümden oluşuyor: Birinci bölüm, kale çalışanlarının kullanımı için ahır, sarnıç gibi alanlar, ikinci bölüm kraliyet sarayı, mutfak, kale komutanı için odalar,kışla yapıları, tuvaletler, üçüncü bölüm de kale merdivenleri, yürüyüş yolu, fırın, sarnıç, ilave odalar, vb yer alıyor. Biz kaleye girmek için arabayla epeyce tırmandıktan sonra indik ve yüzlerce merdiveni çıkmak zorunda kaldık. Zirveden Girne manzarası güzelmiş, ama ormuş ortaçağda kale fethetmek de, zor!
Girne’de White Pearl isimli bir otelde kaldım. Merkezde küçük bir oteldi. Pek konforlu olmasa da deniz kıyısında, kaleye, sahil şeridine hakim ve her yere yakın bir yerde. Otelin hemen yanında İkon Müzesi’ne gittim. 1860’da kilise olarak inşa edilen bu yapı 1990’da, 17, 18 ve 19. yüzyıllarda yapılmış ikonların sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş.
|
Mavi Köşk |
Girne’de yakın tarih için önemi olan bir yapı, Mavi Köşk’tü. Mavi Köşk şehrin giriş-çıkışına hakim bir tepede, büyük bir bahçe içinde, 1957’de inşa edilmiş bir yer. Mavi Köşk, Türkiye’nin, 1974’te Kıbrıs’taki darbe nedeniyle adaya yaptığı çıkarmaya kadar, İtalyan asıllı Rum silah kaçakçısı Byron Pavlides’in özel mekanı imiş. Köşk alanında yer altından bir kilometre ilerideki İngiliz ailelerin evlerine giden bir kaçış tüneli de varmış. Kale gibi inşa edilen köşkün bahçesinin etrafında makineli tüfek mevzileri yapılmış. Makarios’un avukatlığını da yapan Pavlides, buradan Rumlar’a silah teminini kontrol etmiş, 1974 çıkarmasından hemen önce de, yakalanmaktan korkarak tünelden kaçmış ve kaçarken de patlayıcılarla tüneli imha etmiş. Mavi Köşk 2 katlı, 13 odalı, merdivenleri 13 basamaklı... İkinci katta bir süt havuzu var ki, Pavlides burada sevgilileriyle eğlenirmiş. Benzer bir hikaye de, Pavlides’in, düzenlediği partiler sırasında ikinci kata çıkıp bahçedeki havuza bir elma attığı, kadınların elmayı almak için havuza atladıkları ve Pavlides’in, elmayı getiren kadınla geceyi geçirdiğini anlatıyor. Köşk bugün ziyarete açık, gene orijinal haliyle, mavi-beyaz renklerde ve bakımlı.
|
Karmi köyü bunun gibi şirin evlerle dolu |
Girne’den arabayla 8 km mesafede şirin bir köye gittik. Karmi ya da sonradan Karaman Köyü olarak isimlendirilmiş. Kıbrıs bir Britanya sömürgesiyken, 1878-1960 döneminde Britanyalı aristokratlar bu bölgeye yerleşmeye karar vermişler ve Akdeniz mimarisiyle çok güzel evler yapmışlar. Köyde o zamanlar zengin aileler, sanatçılar bohem hayatı aürerek yaşarlarmış. 1960’lardan sonra başlayan politik gerilimler sonucu bazı aileler adayı terk etse de, bazıları burada kalmış. Boşalan evler bugün sadece yabancılara satılıyormuş.
Kuzey Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa ya da Nicosia. Kentin tarihi yaklaşık 5000 sene öncesine dayanıyor. İÖ 1500’de ise burada Ledra isimli bir kent kurulmuş. Zamanla, depremlerin de etkisiyle giderek küçülen kent İÖ 200’de Leucus tarafından Lefkoşa adıyla yeniden kurulmuş.
|
Lefkoşa'da Ledra Palas |
Lefkoşa adanın ortasında, ve yarısı Güney Kıbrıs, yarısı Kuzey Kıbrıs’ta yer alıyor. Lefkoşa’da Rumlar ile Türkler arasındaki diplomatik görüşmeler genellikle Lefkoşa’daki Ledra Palas Oteli’nde yapılırdı. 60’lı yıllarda otel olarak kullanılan yapı, savaş sonrasında boşaltılmış, bugün ise Birleşmiş Milletler askerlerince kullanılıyor. Binanın dış yüzeyinde savaş günlerinden kalan kurşun izleri görülebiliyor.
|
Lefkoşa, Arap Ahmet Mahallesi |
Lefkoşa’nın merkezi bir bölgesinde Arap Ahmet Mahallesi ilginç yapılarla dolu. Lusignan döneminde kurulan mahalle, Osmanlı’nın adayı Arap Ahmet Paşa’nın komutasında fethetmesi nedeniyl eonun ismini almış. Fetih sonrasında Rum, Maronit ve Ermeni mallarına dokunulmamış, sadece Latinler’in mallarına el konmuş. Mahallede zamanla müslümanlar ağırlık kazanmış ve evler, 1800’lerden başlayarak Lusignan yapıların üzerine cumbalı Osmanlı eklemeleri yapılarak bugünkü karışık biçimini almış.
|
Lefkoşa'da Büyük Han'ın dış kısmında bir zahireci. Camda Deniz, İbrahim, Che, Nazım.. |
Lefkoşa’nın güzel yapılarından biri de Büyük Han. Önünden geçerken küçük bir dükkanın camekanında tanıdık bir fotograf gördüm: Deniz Gezmiş… Tam sayfa bir gazete haberi...İçeriye girince de 70’lerin sol hareketine ait bir sürü fotograf, ayrıca Che’nin resimleri aslıydı. Aslında bir zahireci dükkanıydı burası. Bazı bakliyat çeşitleri, zeytinyağı, sabun gibi şeyler satıyordu. Ama demek ki, sahibi eski solculardandı. Deniz’lerin hala hatırlanması ne güzel… Sonra hanın içine girdik. İki katlı koca bir han burası. Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethetmesinden sonra, 1572’de yapılmış. Bugün daha çok el sanatları ürünleri satan dükkanlar, kafe ve restoranlar var.
|
Lefkoşa, Büyük Han'ın içi |
|
Magosa, St Sophia Katedrali, ya da Selimiye Camisi |
Lefkoşa’da gördüğümüz önemli bir yapı da Selimiye Camisi. Bu yapı Lusignanlarca St Sophia katedrali olarak 1192’de, Paris’teki Notre Dame Katedrali örnek alınarak yapılmış. Gotik tarza sahip olan katedral 1326’da ibadete açılmış, Osmanlı fethinden sonra camiye çevrilmiş.
Merak ettiğim yerlerden biri Gazi Magosa’daki Salamis harabeleriydi. Bu arada, Türklerin, şehir isimlerinin önüne Gazi, Kahraman gibi ekler koyma merakları buram buram populizm kokarken, Magosa isminin de, gene Türklerin “g” allerjisi nedeniyle birçok kelimede “ğ”ye dönüşmesi, Magosa ismini de kurban etmiş! E öyle ya, Magosa ismi antik dillere dayanıyor zaten ve o dillerde “ğ” yok ki! Neyse, konuyu dağımadan Salamis’i yazayım: Salamis güzel, küçük bir antik kent ama tahrip edilmiş, birçok heykelin başı çalınmış, kentte sütunlardan ve ufak bir amfi-tiyatrodan başka pek birşey kalmamış. Arkeologlara göre, Salamis kenti İÖ 1075’te kurulmuş. İÖ 700’lerde Salamis, Fenike’lilerle yaptığı ticaret sonucu parlak bir dönem yaşamış, İÖ 500’lerde para kullanımına başlanmış. Kent sonraki yıllarda Akamenid Pers İmparatorluğu’nun, İÖ 333’te, Büyük İskender’in, 10 yıl sonra İskender’in ölümüyle birlikte de Mısır’da kurulan Ptoleme Krallığı’nın eline geçmiş. Salamis bu dönemde Helenistik uygarlığın önemli bir merkezi olmuş, Roma egemenliğinde de bu özelliğini korumuş. Salamis’te bugüne kalan yıkıntılar büyük ölçüde Roma dönemine ait.
|
Salamis Antik kenti |
|
Salamis'te Gymnasium |
|
Salamis'te parke taşları |
|
Magosa, St. Nicolaus Katedrali, ya da Lala Mustafa Paşa Camisi |
Salamis’en ayrıldıktan sonra Magosa kent merkezine geldik. Meydanda 1328’te yapılan St Nicolaus Katedrali barok bir ortaçağ yapısı. Ancak burası da, Osmanlı fethinden sonra Lala Mustafa Paşa Camisi ismiyle el/din değiştirmiş! Katedralin karşısındaki kafede komün-ist arkadaşlarla oturup çay içtikten sonra, Namık Kemal’in yattığı ileri sürülen zindanı gezdik. Sonra akşam oldu, hava soğudu, Girne’ye, otele döndük.
|
Girne, Bellapais Manastırı'nda bir ahşap işleme |
Girne’den on dakika mesafede, Beşparmak Dağları’nın eteğinde yer alan Bellapais Manastırı gotik sanatına göre yapılmış. Bellapais’e ilk gelenler 1187’de Kudüs’ten göç eden Augustinian rahipleri olduğu tahmin ediliyor. Manastırın yapımına 1198’te başlanmış, bugünkü durumuna gelmesi 15. yüzyıla kadar sürmüş.
|
Apostolos Andreas Manastırı'nda eşekler ziyaretçileri karşılıyor |
Kıbrıs’ta son durağımız Karpaz… Kahvaltı ve kahve keyfinden sonra arkadaşlarla öğleye doğru yola çıktık. Yolda bir balıkçı lokantası gördük. İçeri girip keşif yaptık, beğendik, ama lokantacıya Karpaz’a gideceğimizi, erken olduğu için dönüşte uğrayacağımızı söyledik. Aslında hava soğuktu ve gürül gürül yanan soba hoşumuza gitmişti, ama yemek için henüz erkendi, lokantacı, o zaman balıklarınızı seçin, biz hazırlayalım, dönüşte yersiniz, dedi, bize de uydu, yemek siparişlerimizi verdik, yola çıktık.
|
Karpaz'da kutsal Apostolos Andreas Manastırı |
Karpaz Yarımadası Kıbrıs’ın kuzey doğusuna doğru uzanan burun. Tam karşısında Adana var. Hava rüzgarlıydı, soğuktu, ama Golden Beach kıyılarından geçerken bir iki defa inip denii seyrettik, fotograflar çektik. Yolda bolca da eşek gördük. Bu bölgeye özgü eşekler koruma altındaymış. Arazide serbestçe otluyorlar, dolaşıyorlar. Karpaz’ın en önemli turistik malzemesi Apostolos Andreas Manastırı. Manastırın önüne park edince eşekler hemen yanımıza geldi. Manastır 15. yüzyılda inşa edilmiş. Rumlar için önemli bir kutsal yer burası. Her mevsim, birçok ülkeden ziyaretçiler gelip mum yakar, dua eder, dilek dilerlermiş. Aslında manastır, ilgiye rağmen beklediğim kadar bakımlı ve temiz değildi, ama gene de görmeye değer yerlerden biri.
|
Karpazlar-Girne yolunda Golden Beach.. Yazın Kıbrıs'ın sıcağında bu kumlarda yürümek işkence olmalı! Ama deniz çok güzel. |
Kuzey Kıbrıs, ufak bir yer olmasına rağmen görmeye değer bir yer. Ne de olsa 1 saatlik bir uçuşla gidilebiliyor. Hele bizimki gibi, arkadaş grubuyla gidince çok daha keyifli oluyor.
No comments:
Post a Comment